
Mitelojinin Dev Yaratıkları
Devleri Kim Bilmez, kim tanımaz! Kocaman boyları, korkunç güçleri,
çoğunlukla kötü huyları, serüvenleriyle dünya mitolojisini, masal
dünyasını, eski destanları doldurmuşlardır. Devleri bilmeyen, tanımayan,
anlatmayan ırk yoktur denebilir; devlerden yararlanmayan, onları
çarpıcı, korkutucu bir unsur olarak kullanmayan masal, efsane, mitos
olmadığı gibi.
Acaba devler neden böylesine yaygın bir unsur olup bütün sınırları
aşmış, ilkel toplulukları, eski toplumları, büyük uygarlıkları
etkilemişlerdir? Acaba çok eski, adeta unutulan çağlarda devler var
mıydı? Acaba mitosların arkasında artık insanoğlunun belleğinden silinip
yalnız efsanelere, masallara sığınan bir gerçek mi yatıyor? Ya da,
Jung’un tanımlamasıyla, devler düşlerimize giren atalardan kalma
hatıralar, ilk örnekler, büyük görüntüler midir?
Devlerin varlığını destekleyen görüşlere geçmeden, devlerin izlerinden,
fosillerden hatta son yıllarda görülen devlerden söz açmadan, masalları,
efsaneleri, mitosları karıştırarak bu yaratıkları tanımaya çalışalım.
Türk mitolojisiyle ilgili bir kitapta şu bilgileri buluyoruz:
”Türk mitolojisinde olduğu gibi, hemen bütün ulusların mitolojilerinde
görülen devler, görünüş bakımından çok defa insan uzuvlarından alınarak
büyütülmüş, biçimlendirilmiş korkunç yaratıklardır.
Gövdeleri çok büyüktür. Olağanüstü güçlüdürler. Tanrılarla savaşır, kahramanlarla uğraşır, ama sonunda öldürülürler.
Bunlar bir dağı yerinden kaldırıp öbür dağın üstüne koyar, tanrılarla savaşmak üzere göklere doğru tırmanırlar.
Devlerin birden yüze kadar gözleri, ikiden çok elleri, ayakları, başları
vardır. Devler en çok doğuda Hint mitolojisinde, Batıda Kuzey Avrupa
mitolojisinde görülür. Bunların yanı sıra başka uluslarda, hatta
perilerle, aşk hikayeleriyle süslü Yunan mitolojisinde de epeyce yer
alırlar. ·
Türklerde dev olaylarının en bilinenlerinden biri Sümer Mitolojisinde görülür:
Sümerler’in Asakhu, Enmeşarru ve Zu adında üç büyük devi vardır.
Bunlardan Asakhu hastalıkları verir, karanlıkları temsil eder, bir tanrı
ayarındadır. Enmeşarru ise bir dev ve ölüm tanrısıdır. Bu devler ünlü
tanrı Enlil’i öldürmüşler ama, sonradan bu tanrı canlanmıştır. “Enuma
Eliş” destanında bu üç devin adı vardır.
Kainatın yaratılışı sırasında “Kingo” adında korkunç ve kudretli bir dev
türemiştir. Kumarbi efsanesinde geçen “Uuelluri” adındaki dev ise gökle
yeri sırtında tutardı. Bu dev, Kumarbi’nin Diyorit taşından yapılmış
oğlunu sağ omzu üzerinde büyüttü, az zamanda suların içinde uzanarak
boyu göklere kadar ulaştı.
“Alatkak” adındaki dev de Kırgız efsanelerinde yer almaktadır. İran
efsanelerinde Hükümdar ve kahramanlarla savaşan korkunç devlerin
maceraları, yakındoğu Türkleri arasında da yayılmıştır.
“Div-i Sefit” yani “Ak Dev” ile “Erjenk” bunların ön planda
gelenleridir. Ak Dev’in bulunduğu yerde büyü ve sihir yapmakta çok usta
devler vardır. Bu dev İran kahramanı Rüstem ile savaşmış sonunda
öldürülmüştür. Ak Dev boncuk gözlü, arslan tüylüdür. Eni ve boyu
yeryüzünü kaplayacak kadar büyüktür.
Erjenk ise devlerin kumandanıdır. Rüstem bununla da savaşmış sonra öldürülmüştür.
Halk ağzında bir de “Dev Anası” dolaşır: Bunun iki uzun, büyük memesi
vardır. Biri sağ omuzunda, öbürü de sol omuzunun üzerinde asılıdır. Eğer
yolda bir kimse rastlarsa da ona iltifat etmez, memelerini emmezse dev
anası onu yok eder. iltifat ederse, onu alır, iyi davranır, korur.
Bir korkunç dev daha vardır ki ona da “Rüzgar Devi” denir. Bu dev
gözlere pek görünmez, görünse de ona silah işlemez, rüzgardan daha çabuk
havalara uçar. Cadılarla Ejderhalar nasıl tılsımları bozulunca
ölürlerse, devler de tılsımları bozulursa ölürler. Rüzgar devi denilen
bu devi öldürebilmek için, tılsımını bozmak gerekir. Bunun tılsımı da
çok uzaklarda bulunan bir adadır. Bu adayı bulmak çok güçtür. Orada bir
öküzün yanında içinde üç güvercin bulunan bir kafes vardır. Önce ada,
sonra öküz ve kafes bulunur da içindeki üç güvercin öldürülebilirse,
tılsım bozulduğu için, Rüzgar Devi de ölür.”
Mitoslarda yücelen, gerçekten olağanüstü bir tanrı ya da yarı-tanrı
özellikleri olan, kahramanlarla savaşan, evrenle ilgili işlere karışan
devler halk masallarına girince yüceliklerini kaybederler. Masaldaki dev
büyücü sınıfına girer, tılsımlara bağlı kalır. Başka bir deyimle
masaldaki dev devliğini kaybeder. Dolayısıyla devlerin altın çağını,
tanrılarla, insanlarla epik kavgalarını mitoslarda aramak gerekir. Yunan
mitolojisinde·tanrılaşmış devleri sonradan masallara karışan devlerden
ayırmak biraz güçtür. Buradaki devler, tanrılar arasındaki ilişkilerin
ürünüdür; yine de tanrı derecesine pek ulaşamazlar.
Devler sürekli olarak tanrılara, tanrıların getirmiş olduğu düzene
karşı çıkan, ilkel gücü belirleyen yaratıklardır. Toprak Ana Gea’nın
oğulları olan, Uranus’un parçalanmış vücudundan doğan devler (Titanlar,
Briareus ve kardeşleri, Kikloplar v.b.) Olimpos dağını bile yağma etmeye
kalkarlar ve Zeus’un şimşekleriyle bozguna uğratılırlar. Bir ara Zeus
Herkül’ü yardıma çağırır, Yalnız başına bu görevi başaramayan Herkül,
devlerin dikkatini dağıtmak için, Afrodit’le Hera’nın güzelliklerini
kullanmak zorunda kalır.
Aslında Yunan mitolojisinde devler konusunda zıtlıklar vardır. Devler
bazen tanrılara karşı çıkar. onları tehdit eder, ölümsüzlüklerinden
yararlanmaya kalkarlar. Bazen, Atlas ya da çocuklarını yiyen Satürn gibi
tanrılaşırlar.
İskandinav ülkelerinde devler, tanrılarla savaşırlar ama, kimi denizde,
kimi dağlarda, kimi rüzgarın içinde yaşarlar. Dünyanın ortasında
yükselen Yggdrasil ağacının üç kökünden biri Dondurulmuş Devlerin
ülkesinden geçer. Evren’in başlangıç noktası da bir devdir: Ymir. Bu dev
ilk erkeği ve kadını yarattığı gibi dondurulmuş devleri de yaratmıştır.
Ymir’in yaratıkları olan insanlarla devIerin dünyalarını Midgard duvarı
ayırır.
İskandinav mitolojisinde de tanrılaşan devler olur. Genel bir kural olsa
gerek, çünkü burada da devlerle tanrılar karışır, kaynaşır ve devlerle
insanlar düşman olurlar. Cenneti dondurulmuş devlerden koruyan, dokuz
bakirenin oğlu Beyaz dev Heimdall ya da dev oğlu kötü Loki bu çeşit
tanrılaşmış devlerdir. Bütün bu aile bağlarına rağmen bazen tanrılar
devlerle çarpışmak zorunda kalırlar; o zaman Yüce Tanrı Thor bütün
ağırlığını ortaya koyarak işe karışır ve devleri bozguna uğratır.
Eski Yunanlılar, İskandinavlar gibi Mayalar ve İnkalar da devlere,
tayfundan önce yaratılan ilk ırkın devler ırkı olduğuna inanırlardı.
Meksika Toltekleri’nin kozmogonik inançlarında bir deprem dizisinden
sonra yeryüzünden silinen Kinametzin devlerinden söz edilir. İkinci
dönemde yer alan bu olaydan sonra insanlar dünyaya egemen olur, kalan
devleri yok ederler.Yeni Gine yerlilerinin bir mitosunda iyi kalpli ve
Tagaro ile kötü ruhlu dev Suke’nin kavgası anlatılır. Devlerin yaşadığı
çağda geçen bu olayda Tagaro, Suke’yi bir uçuruma atıp dünyayı son kötü
devden kurtarır.
Vatikan Kodeksi’nde yer alan bu tasvirde Meksika’nın dağlık bölgelerinde
bir grup yerlinin bir devi yakalayışı ve öldürüşü resmedilmiş
Hitit mitologyasında Tanrılara yardım etmek için devlerle savaşan ve
onları bozguna uğratan bir kahramanın hikayesine rastlanır. Yunan
tarihçisi Herodotos’a göre eski Mısırlılar’ın ilk kralı dev Herkül
olmuştur. Bu dev Kral Yunanlıların Herkül’ünden ayn bir tanrı sayılır.
Devlere geniş yer veren, hatta onlardan gerçek yaratıklar gibi söz eden ilginç bir kaynak Tevrat’tır
”Ve çaşıtlamış oldukları memleket hakkında İsrael oğullarına fena haber
getirip dediler: Çaşıtlamak için içinden memleket, ahalisini yiyen bir
memlekettir; ve içinde gördüğümüz bütün halk uzun boylu adamlardır. Ve
orada Nefilimden (iri adamlar) olan Anak oğullarını, Nefilimi gördük; ve
kendi gözümüzde biz çekirgeler gibi idik ve onların gözünde de öyle
idik.” (Sayılar, Bap 13, 32-33). “Çünkü Fefalardan artakalan ancak Başan
kralı Og vardır; işte onun yatağı demir yataktı; o Ammon oğullarının
Rabba şehrinde değil midir? İnsan arşınına göre uzunluğu dokuz arşın ve
eni dört arşın idi.” (Tesniye Bap, 3, 1 1).
Dev Golyad’ı öldüren genç Davut’un hikayesi Toltekler’in efsanesine
benzer biçimde, insanoğlunun son devi nasıl ortadan kaldırdığını
anlatır.
“Ve bundan sonra vaki oldu ki, Gezerde Filistinlilerle cenk çıktı; o
zaman Huşalı Dev Sibbekay Rafa oğullarından Sippayı vurdu ve onlar baş
eğdiler. Ve yine Filistinlilerle cenk oldu; ve Yairin oğlu Elhanan Gatlı
Golyat’ın kardeşi Lahmiyi vurdu, onun mızrağının sapı çulha sapı gibi
idi.” (1. Tarihler, Bap 20, 4-5).
Koca yataklarda yatan, insanlar tarafından savaşlarda yokedilen bu
yamyam devlerin kimin tarafından yaratıldığını Tevrat şöyle açıklar:
Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk
doğurdukları zaman, o günlerde, hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilim
vardı; bunlar eski zamanda zorbalar, şöhretli adamlardı.” (Tekvin, Bap
6,4).
Başka bir deyişle, devler, Tanrıların ve insan kızlarının oğulları, eski, unutulan çağların dehşet saçan kahramanlarıdır.
Bütün bu mitoslar, efsaneler, dini inançlar sınır tanımayan bir zamanı
canlandırıyor. Çok eski çağlarda tanrısal bir ırktan kalma (Tevrat’taki
“Tanrının oğullan”) ya da tanrısal ırkla insan oğullarının karışımından
doğan devler yeryüzünde yaşıyordu. Bir süre sonra Kral ve Tanrı durumuna
gelen bu devler ilkin Tanrılarla mücadele ettiler, sonra birbirlerine
saldırdılar, sonunda insanların başına bela kesildiler. insanlarla
devlerin karşı karşıya gelmesi devlerin son çağına rastlar. Devler
artık, belki Tanrılar tarafından red edildikleri için, ünlerini
kaybetmişlerdir ve insanoğlu bu son perişan devlerin hakkından gelir.
Devlerin düşüşü mitoslardan, efsanelerden çok daha açık bir şekilde
masallarda anlatılıyor. Bir derginin özel sayısında şöyle yazar:
“Dev, Türk masallarının önemli kahramanlarından biridir. Bazı yerde hem
biçim, hem ruh yapısıyle insana benzer, Çokluk çok büyük gövdelidir.
Tozu dumana katarak yıldırım hızıyla gider. Bir aylık yolu bir saniyede
aşmak onun için işten bile değildir. İnsan eti yemesini sevdiği için,
bir yerde insan bulunup bulunmadığını kokusundan anlar. Çoğu zaman,
çevresi yüksek ve kalın duvarlarla, dikenli bahçelerle çevrili büyük
köşklerde, kendine özgü saraylarda yaşar. En değerli eşyalar,
hiç kimsenin. ele geçiremeyeceği, ama herkesin, hatta padişahların bile
özledikleri dünya güzelleri, hiçbir yerde bulunmayan meyve bahçeleri,
sihirli güvencinler, her telinden binbir ses çıkan çalgılar, sihirli
kılıçlar, başınıza geçirdiğiniz zaman sizi hiç kimseye göstermeyen
külahlar, sihirli sarayların kapılarını açan anahtarlar bu devlerin
buyruğu altında, onların köşklerinde, saraylarındadır.
Bunların bir memeleri arkalarında, öteki memeleri önlerindedir.
Yanlarında size bir dervişin öğrettiği usulle ve iyi sözlerle yaklaşır,
arkalarındaki memelerini (anacığım) diyerek emerseniz size bir evlat
gibi davranırlar, bir yerinize dokunmazlar. İstediğiniz şeyi verirler.
Ne güçlüğünüz varsa giderirler. Devler kendilerine kötülük yapmak
isteyenleri ele geçirirlerse, kızartarak yerler. Fakat en sonunda, her
zaman, insanoğlu tarafından, bazen de bir rastlantıyla çeşitli yollar ve
kurnazlıklarla canları cehenneme gönderilir. DevIerin her zaman
yardımcıları vardır. Arap Bacılar, çokluk insan ruhunda ve karakterinde
görünen dev oğlanlar ya da kızlar, bu yardımcıların arasındadır.”
Türk masallarında olsun batı ya da doğu masallarında olsun, dev eski
kişiliğinden, yüceliğinden çok şeyler kaybetmiştir. Korkunç olmasına
korkunçtur, olağanüstü bir yaratıktır ama çokluk gülünçtür. Eski
mitoslara renk katan devlerin bir çeşit karikatürüdür. Hem insanlardan
ayn yaşar, onlara düşman olur, hem de onlara özenir. İnsanın güçlükle
erişebileceği yerlerde oturur ya da gizlenir; yardımcılar kullanır, büyü
ile uğraşır; artık gücüne güvenmediği için lüks içinde boğulur.
Masallar daha önce çizdiğimiz zamanın son dönemini anlatıyor. Devler
çöküyor ve sonunda insan tarafından öldürülüyor. Masallardaki devler
artık yalnız çocukları korkutabilir ve birçok masallarda, çocuk
hikayelerinde çoklukla küçük çocuklarla uğraşırlar.
Kutsal kitaplardaki devler; çeşitli mitoslarda yer alan devler;
Homeros’un tek gözlü Kiklopları; gemici Sinbad’ın arkadaşlarını çiğ çiğ
yiyen dev ve bunlara benzer yüzlerce örnek nereye varır, bütün bunların
çıkış noktası nedir? Yoksa bütün bunlar, sürekli olarak öne sürülen çok
eski zamanlarda dev bir ırkın, garip bir değişiminin varlığını mı
açıklıyor?
Devlerin varlığını destekleyen, klasik bilimin kabul etmediği, Nazilerin
çok tuttuğu bir kuram vardır: Hanns Horbiger’in Welteilehre’si (Ebedi
Buz Doktrini). Kopernik’e meydan okurcasına bütün bilimsel kurallara
karşı çıkıp yeni devrimci bir kavramı öne süren Horbiger’in adı, 1925’te
yaptığı açıklamayla, dünyanın, özellikle Almanya ve Avusturya’nın
dikkatini çekti. Yeni bir siyaset anlayışı kurmakta olan Hitler gibi
Horbiger de, altmışbeş yaşına bastıktan sonra, Alman halkını kurtaracak,
yükseltecek yeni bir bilimsel anlayışı savunuyordu. Bu savunma ilk
başta Nazilerin yöntemlerine uygun biçimde geniş bir örgütle, büyük
imkanlarla, binlerce taraftar ve özellikle genç Naziler arasından
seçilmiş zorbalarla yapılıyordu. Doktrini açıklayan kitaplar, dergiler,
broşürler yayınlamaktan başka Horbiger, halkı galeyana getirebilecek,
ulusal ve ırki coşkulan kamçılayabilecek sloganlar da yaratıyordu:
“Kuzeyli atalarımız karların ve buzların arasında yaşadıkları için
güçlüdürler… Ebedi Buz Doktrini Yahudi politikacıları kovdu; İkinci bir
Avusturyalı, Horbiger, Yahudi bilim adamllarını kovacaktır.”
Horbiger’e başından beri inanan, destekleyen Hitler, yepyeni bilimsel
doktrinin havasına kapılarak buna benzer konuşmalar yapıyordu: ”Yahudi
ve liberal bilime karşı çıkan kuzeyli ve ulusal-sosyalist bir bilim
var!” Aslında Horbiger, Hitler’in klasik anlamda bir politikacı olmadığı
gibi klasik anlamda bir bilim adamı da değildi. Viyana Teknoloji
Okulunda öğrenimini tamamlamış sonradan kompresör uzmanlığı yapmış ve
1894’te icat ettiği yeni bir musluk sistemiyle servete kavuşmuş amatör
bir astronom ve astrofizikçiydi. Tanrı tarafından kutsanan deha mucit
Horbiger’in başlıca tutkusu suyun çeşitli durumlarıydı; doktrinini de
buz konusunda çalışmalarını yürütürken kurmuştu.
Horbiger’in Ebedi Buz Doktrini, tarihten antropolojiye, astronomiden
jeolojiye kadar bütün bilim kavramlarını yok edip, yeni, orijinal,
çarpıcı bir görüş getirmek amacındaydı. Bu görüş şöyle özetlenebilir:
Horbiger’in kozmogoni kuramına göre Ay dünyamızın ilk uydusu değildir;
birçok Ay’lar olmuştur ve her jeolojik çağda değişik bir uydu dünyamızın
çevresinde dönmüş, her çağ bu Ay’ın dünyaya düşmesiyle kapanmıştır. Ay
dünyamızın çevresinde kapalı bir elips çizerek dönmüyor, tersine dünyaya
yaklaşan bir spiral yaratıyor ve bu spiral daralınca Ay dünyanın
üzerine düşüyor.
Her çağda, yüzbinlerce yıl boyunca, Ay dünyanın çevresinde dönmüş,
yaklaşmış yaklaşmasıyla yerçekimi kurallarını bozup ayçekimi olayına
neden olmuştur. Bu dönemlerde, organizmalar olağanüstü büyümüştür.
Birinci Zamanın sonundaki dev bitkileri, İkinci Zamanın so nundaki dev
yaratıkları bu irileşmeye örnek verebiliriz. Üçüncü Zamanda, Ay’ın
uzaklarda olduğu bir dönemde, insanlar türüyor ve bu ilk insanlar,
İkinci Zamandan kalma devlerin yönetimi altında, uygarlıklar kuruyor.
Üçüncü Zamanın sonunda Ay düşünce devlerin çağı da sona eriyor, arta
kalan, bozulan, yamyamlaşan devler insanlar tarafından öldürülüyor.
Horbiger’in Efsanevi Tarihi ırkçı kuramdan başka bir şey değilse de
dünya mitologyasına bütünüyle bağlı bir sisteme dayanıyor. Horbiger’in
doktrini, bunu hala sürdürenler karanlık kalmış birçok tarihi esrarları
bu kuramlara dayanarak açıklıyorlar.
Bizim amacımız Horbiger’in görüşünü savunmak değil, oldukça karmaşık bir
şekilde ortaya attığı kuramla eski mitos, gelenek ve inançlar arasında
görülen bağlantıyı belirtmektir. Daha önce de sözünü ettiğimiz Toltek
kozmogonisi dünya tarihini dört ayrı çağa ayırıyor:
– Birinci çağ ve dünyanın yaradılışı. Bu çağ büyük bir tayfunla sona eriyor;
– İkinci çağ ve devler. bu çağ düyayı kasıp kavuran yer sarsıntılarıyla bitiyor;
– Üçüncü çağ ve devleri öldüren insanlar.
– Çağımız olan ve genel bir patlama ile bitecek olan Dördüncü çağ.
Yeni Gine yerlilerinde de benzer motiflere rastlanılmaktadır:
Çok eski zamanlarda insanlara yardım eden devler vardı. Sonradan bu
devlerin huyu değişti; insanlar kötüleşen bu devlere kurban kesmek
zorunda kaldılar. Ardından da bu baskıya dayanamayarak isyan edip
devleri öldürdüler.
Bu örneği daha önce sıralamış olduğumuz çeşitli mitolojik olaylara ve
inançlara eklersek Horbiger doktrininin genel bir çizgiden yararlanmış
olduğunu görürüz. Şu var ki Horbiger’in kuramı bilimle sürekli
çatışmaktadır;
Alman kompresör uzmanına göre çok eskiden uzayda, güneşten milyonlarca
defa büyük bir nesne vardı. Bu nesne, kozmik buzlardan bileşik dev bir
gezegenle çarpıştı, dev gezegen olağanüstü büyüklükteki güneşin içine
saplandı. Aradan yüzbinlerce yıl geçti, dev güneş içinde meydana gelen
buharın baskısı altında patladı ve uzayı dolduran yıldızları,
gezegenleri yarattı.
Çağdaş bilim evrenin bir patlamanın sonucunda yaratıldığını kabul
eder.Bir yoruma göre evrenin bütünü patlayan bir atomun içindeydi,
gezegenler ise güneşin kısmi bir patlamasından ortaya çıkmışlardır.
Horbiger 1930’larda öldü, ama yaklaşık olarak bir milyon kişi hala
doktrini izlemekte. Kimi, İngiliz Beliamy gibi, yeni bir antropoloji
kurmaya çalışıyor, kimi, Fransız Denis Seurat gibi, devlerin uygarlığını
araştırıyor, kimi de, Alman yazarı Elmar Brugg gibi, Horbiger’i kabul
etmeyen geleneksel bilime karşı savaşını sürdürüyor.
Ebedi buz Doktrininin yaratacısını bir bilim adamı kabul etmek
imkansızdır; Hitler’in ulusal-sosyalizmini ve Nazi örgütünü besleyen
kuruluşları etkileyen Horbiger’in kuramı bir çeşit gizemciliği
aşamamıştır. Ancak çok sonradan Horbiger’in doktrini gereğiyle
araştırıldı, derinleştirildi; devlerin, kayıp ülkelerin esrarengiz
uygarlıkların sırrını açıklayabilecek nitelikte bir anahtar olarak
kullanıldı.
Devlerden söz eden mitoslardan, efsanelerden, masallardan birkaç örnek
verdik, devlerin varlığını bilimsel biçimde açıklamaya yeltenen bir
kuramın başlıca noktalarını özetledik; yine de sorun bir açıklığa
kavuşamamıştır. Ayrıca da çok önemli bir soru ortaya çıkar: Devlerin
gerçek izleri bulunmuş mudur, dünyanın herhangi bir yerinde dev bir
insan ırkına rastlanılmış mıdır?
Dev bir yaratıkla ilgil ilk keşiflerinden biri, 14. yüzyılın ortalarında
Dekameron’un ünlü yazarı Boccacio tarafından açıklanıyor. Boccacio,
“Geneologia Deorum” (Tanrıların Şeceresi) adlı eserinde, Sicilyada
Trapani şehrinin dolaylarındaki bir mağarada keşfolunan tek gözlü dev
Polifemo’nun iskeletinden söz ediyor. Kemiklerin, en azından 9-10 metre
boyundaki bir dev’e ait olduğunu belirten Boccacio, böylece Agrirento’lu
Empedokles’in savını destekliyordu. Agrirenyto’lu Empedokles, M.Ö. 440
yılında, Homeros’a dayanarak çok eski zamanlarda Sicilya’da devlerin
yaşadığını öne sürmüştü. Boccacio’dan üçyüz yıl sonra Cizvit bilim adamı
Athanasius Kircher de bu kemiklere değiniyor. Aradan yıllar geçince,
ünlü kemikler kayboluyor, çağdaş bilim bunlara fil kemikleri etiketini
koyup olayı kapatıyor.
Benzer bir olay 1577’de İsviçre’de Willisau’da görülüyor: Bir kazı
sırasında kocaman bir iskelet bulunuyor. Zamanın ünlü anatomi uzmanı
Doktor Felix Platter uzun incelemelerden sonra kemiklerin 5.80 m boyunda
tarihöncesi bir adama ait olduklarını açıklıyor. Olayı duyan Göttngen
Üniversitesi anatomi profesörü J.F Blumenbach, kemikleri inceledikten
sonra bunların aslında tarihöncesi bir file ait olduğunu kesinlikle
açıklıyor.
Aynı dönemde benzer iskeletler, kemikler İngiltere’de Gloucester’de ve
özellikle Güney Amerika’da keşfediliyor. Güney ve Orta Amerika’da
meydana gelen olaylar oldukça ilginçtir; Guatemala’da yaşayan Kişe
yerlilerinin kutsal kitabı sayılan Popol Vuh’un aktardığı olayların yanı
sıra Meksika fatihi (1519-1522) İspanyol Hernan Cortes’e yerliler
tarafından gösterilen, bazıları Cortes tarafından İspanya Kralına
gönderilen dev insan kemikleri bu örneklerdendir.
Yazar Bernal Diaz del Castillo’ya göre:
“Eskiden bu topraklarda gayet uzun boylu erkekler ve kadınlar yaşardı;
kötü ruhlu olduklarından büyük çoğunluğu yerliler tarafından öldürüldü.”
Amerika devleriyle karşılaşanlardan biri de ünlü Portekiz gemicisi
Macellan’dır. Macellan’ı izleyen Antonia Pigafetta’nın yazdıklarına göre
1520 yılının Haziran ayında San Julian’da gemiciler bir devle karşı
karşıya gelmişlerdi:
“Öylesine uzun boyluydu ki başımız beline kadar varamıyordu; sesi de bir boğanınkine benziyordu.”
Macellan bu dev yaratıkların ikisini ele geçirip gemisine aldı;
Avrupa’ya götürecekti. Ancak gemi Ekvator’a varmadan ikisi de öldüler.
Devlerle karşılaşan yalnız Macellan değildir. Sir Francis Drake, 1578’de
San Julian’da ikibuçuk metre boyunda yerliler gördüğünü hatıralarında
belirtmişti. Drake’ten sonra Pedro Sarmiento, Tome Hernandez, Anthony
Knyvet ve Sebald de Weer gibi gemiciler Büyük Okyanus kıyılarında kimi 3
kimi 3,60 boyunda yaratıklarla karşı karşıya gelmişlerdi. Bu arada
özellikle Patagonya’da sık sık devierin izlerine rastlanılıyor. 1712’de
Şili’de Valdivia bölgesini yöneten İspanyol hükümeti Patagonya’nın
içlerinde üç metre boyunda bir yerli kabilesinin yaşamakta olduğunu
resmen açıklamıştı. 1764 yılında Cabo Virgines’ın yakınlarında bu dev
yerlilerle karşılaşan, ünlü İngiliz ozanı Byron’un dedesi Commore Byron
izlenimlerini şöyle anlatıyordu:
“Biri bana doğru geldi. Kocaman bir şeydi; masallarda sözü geçen insan
yüzlü canavarlara tıpatıp uyuyordu. Ölçüsünü alma imkanını bulamadım.
Ama en azından 2.10 metre boyundaydı … ” ·
Patagonya Devleri
Java Adası’nda, Güney Çin’de, Transvaal’da ve Doğu Cezayir’de ele geçen
dev taş baltalar, kesinlikle saptanamayan tarihöncesi bir çağda,
yaklaşık olarak 4 metre boyunda yaratıkların yaşadığını açıklamışlardır.
Filipinler’de, Gargayan’da, dişleri 7,5 cm. uzunluğunda ve 5 cm.
genişliğinde olan 5,18 m. boyunda bir dev yaratığın iskeleti bulundu;
Çin’deki kazılarda elde edilen ve 3 m. boyundaki ilkel insanlara ait
olduğu sanılan kemiklerin yaşını, dünyaca tanınmış antropoloji uzmanı .
Doktor Pei Wen Chung 300.000 yıl olarak hesapladı; Agadir’de keşfedilen
ve en azından 3000 yıl öncesine ait olduğu hesaplanan taş baltaların
ağırlığı 8 kiloyu aşıyordu.
Yukarıda sözü geçen baltalara benzer aletler, çeşitli tarihlerde,
İskoçya’da, ABD’de (Ohio ve Wisconsin) ele geçirildi; kimi 50-70 cm.
boyunda, kimi de 30-40 cm. genişliğindeydi. Yine ABD.’de Nevada’da 50-60
cm. boyunda ayak izleri, Tunus’ta, Cheninin’in güneyinde, altı metrelik
mezar ortaya çıkarıldı. 1833’te Kaliforniya’da bir dehliz açan bazı
askerler 3,65 boyunda bir iskeletle karşılaştılar. 1887 yılında
Nevada’da 99 cm lik bir bacak iskeleti, 1891 yılında Arizona’da 3 m.
boyunda bir insan mezarı bulundu.
Şimdi yaşayan ve hareket eden dev yaratıklarla ilgili örnekler görelim:
23 Temmuz 1963 günü Oregon’da Satus Phass ile Toppenish arasındaki ana
yolda arabayla giden üç kişi 4 metre boyunda bir yaratığın ilerki yoldan
geçtiğini gördüler. Yine Oregon’da Lewis nehrinde balık avlayan iki
kişi kocaman bir devle karşılaştılar. Aynı yıl, “Oregon Journal”
gazetesi için röportaj yapan bir gazeteci 40 cm. uzunluğundaki ve 15 cm.
genişliğindeki ayak izlerinin resmini çekip yayınladı.
Mitoslardaki, efsanelerdeki, masallardaki devlere karşılık Horbiger’in
varsayımı ve Meksika, Patagonya, Amerika devleri ve bütün bunlara ek
olarak dünyamızın çeşitli köşelerinde rastlanılan dev izler, devlere
uygun aletler ele geçmiştir.
Dr. Robert Schoch Güney Afrika’da keşfettiği dev ayak iziyle görülüyor
Devler gerçekten yaşadı mı? Yoksa yeryüzünün bazı uzak bölgelerindeki
çok eski çağların bir kalıntısı olan ayrı bir ırk, bir çeşit değişime
uğrayarak hala yaşıyor mu? Yirmi yıl önce Beyrut Müzesi Dergisi’nde
yayınladığı bir araştırma yazısında, Doktor Louis Burkhalter şu sonuca
varıyordu.
“350.000 yıl önce dev bir insan ırkının yaşadığını ve bunun şimdiden bilimsel açıdan ispat edildiğini kesinlikle göstereceğiz.”
Etiketler : Mitelojinin, Dev Yaratıkları ,devler,cüceler,efsaneler,masallar,