
NAMAZ NEDİR
Namaz, İslam’ın beş şartından biri olan, günün belli vaktilerinde ve abdest alınarak yerine getirilen ibadettir.
Namaz ibadetlerin en üstünüdür. İslamın ikinci şartıdır.
Arapçada namaza (Salât) denir. Salât, aslında dua, rahmet ve istiğfar
demekdir. Namazda, bu üç mananın hepsi bulundugu için, salât
denilmiştir.
Adem aleyhisselamdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin
kıldığı bir araya toplanarak, Hz. Muhammed aleyhisselama inananlara farz
edildi.
“Ey iman edenler, rüku edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac Suresi, 77)
Namaz, Allahü tealaya ve Resûlüne imandan sonra, bütün amel ve ibadetlerden daha üstün bir ibadetdir.
Dinimizde ilk emredilen farz namazdır. “Namaz, müminlere belli vakitlerde farz kılındı.” (Nisa, 103).
Kıyametde de, imandan sonra ilk soru namazdan olacaktır.
Namaz, İslam dininde imandan sonra en kıymetli ibadetdir. Allahü teala,
kullarının yalnız kendisine ibadet etmeleri için namazı farz etdi.
Kur’an-ı kerîmde yüzden fazla ayet-i kerimede (namaz kılınız!)
buyurulmakdadır. Hadis-i şerifde, (Allahü teala, hergün beş vakit namaz
kılmayı farz etti. Kıymet vererek ve şartlarına uyarak, hergün beş vakit
namaz kılanı Cennete sokacağını, Allahü teala söz verdi) buyruldu.
Namaz, dinin direğidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki; Başsız insan olmadığı gibi, namazsız da din olmaz.
İbadetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok
yaklaştıran hayırlı amel, namazdır. Sevgili Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Namaz dinin direğidir. Namaz kılan kimse,
dinini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette dinini yıkar.”
Namaz kılmak, akllı olan ve büluğ çağına giren her erkek ve kadın müslümana farzdır.
İsra suresinin, (Güneşin kayması anından, gecenin kararmasına kadar ve
sabah vakti namaz kıl) mealindeki 78. âyet-i kerimenin aslında geçen,
(Dülûk-üş şems) öğle ve ikindi, (Gasak-ıl leyl) akşam ve yatsı namazı,
(Fecr) de sabah namazıdır. (Beydavi)
“Akşama girerken, sabaha ererken, gündüzün sonunda ve öğle vaktinde Allah’ı tenzih edin!” (Rum 17,18)
NAMAZ – NAMAZIN ÖNEMİ
Eğer Islâm`ı tek kelime ile anlatmamız istense, “Namaz” diyebiliriz. Bu
yüzden Allah Rasülü namazı, “dinin orta direği” diye
nitelemiştir.(el-Hindî age. I/278 (1372), Ebu Naîm`den.)
İnsanlar Allah`ı tanımak için yaratılmışlardır. (K. ez-Zâriyat (51 )
56: Ayrıca bk, Aclûn[M1>î[M2>, Kesfu`I-hafâ N/173.) Allah`ı iyi
tanımışlığın en güzel göstergesi namazdır.
Namazın toplayıcılık niteliği vardır. Onda her türlü ibadetten bir
parça bulunur. (Imam Rabbani Mektubat`ında bunu güzel izah eder.)
Namazı Yaratıcımız (c.c.) imana denk tutmus ve kıble değiştiginde,
“geçmiş namazlarımız boşa mi gitti?” diye soranlara, “Allah sizin
imanınızı zayi etmez” buyurarak, namazdan “iman” diye söz etmiştir. (K.
Bakara (2) 143.)
Bu yüzden sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)`in arkadaşları da: “Biz
namazdan başka hiçbir ibadeti terketmeyi küfre yani. kâfir olmaya denk
saymazdık” demişlerdir.
Dünyada en üst makamdan en aşağı görülenine kadar herkesi aynı safta
toplayıp, Allah`ın karşısında hepsinin insan olarak eşit olduklarını
namaz kadar vurgulayan bir başka eylem yoktur.
İnsanın bedeninin gıdaya ve çeşitli vitaminlere ihtiyacı olduğu gibi,
ruhunun da gıdaya ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Ruhun temel gıdası
namazdır. Ve insanın bedeni çeşitli kirlerle kirlendigi gibi ruhu da
kirlenir. Namaz bu her iki kiri de temizler.
Namaz insanı yalnızlık duygusundan kurtarır. Günde en az beş defa
tekbir alırken dünyayı ve içinde bulunanları arkasına atan, bu
hareketiyle en azından şunları demek ister:
Bütün dünya bir yana olsa bana Allah`ım yeter. Ben ondan başka boyun eğecek kimse tanımıyorum.
Allah-u Ekber = En büyük Allah`tır, diyorum ve benim namazıma O`nun ihtiyacı olmadığını da böylelikle itiraf ediyorum.
Namaz sevgili Peygamberimiz aracılığıyla bizzat Yüce Allah`ımızın bize gönderdiği bir hediyedir; onu nasıl reddederiz?
Namaz Miraç hediyesi olmakla mü`minlerin Miracı sayılmıştır. Yani namaz
insanı manâ âleminde alabildiğine yükselten bir asansördür. Ona
tutunmayanlar aşağıların aşağısında kalacaklardır.
Namaza belki de en az muhtaç olan insan, Allah`ın Rasûlü Muhammed`dir.
Ama o, aynı zamanda namazı en iyi anlayan insandır. Bu yüzden onun,
ayakları şişecek kadar namaz kıldığıolurdu. Aişe annemiz ona bir
seferinde acıyarak: “Ey Allah`ın Rasûlü, Allah senin geçmiş gelecek
bütün günahlarını bağışladığını söylüyor, öyleyse kendini bunca yormak
niçin?” diye sorduğunda O da:
“Sükreden bir kul olmayayım mi?” buyurmuştur. (Buharî tefsir 48,
teheccüd 6; Müslim, münafikûn 79, 81.) Demek ki namaz, Allah`ımızın
verdiği sayısız nimetlere karşı da bir şükür, yani tesekkürdür.
Artık kalp temizliğinin nasıl olduğunu daha iyi anlıyor olmalıyız.
Demek ki, kalp temizliği namaz kılmamayı değil, daha çok kılmayı
gerektirir.
Ancak namazın bütün bu iyi etkileri için bir şart vardır: Onu Allah`la
yüzyüzeymis gibi kılmak. Yani “huşû” ya da “ihsan”. Kendisini Allah`la
konuşuyor sayarak o şekilde namaz kılmak. Onun için namaz kılanın
önünden geçilmez. Konuşanlar, arasından geçmek terbiyesizliktir.
Bu yüzden Allah, kurtuluşa erecekler içerisinde öncelikle namazlarını
“huşû” içinde kılanları sayar. (“Mû`minler elbette kurtulacaktır: Onlar
ki, namazlarında huşuludurlar, boş şeylerden yüzçevirirler, zekâtlarını
verirler, ırzlarını korurlar..:` K. Müminûn (23) 1-9.)
Bu yüzden Allah (c.c.) “Beni anmak için namaz kıl.” (Tâ-hâ (20) 14.)
buyurur. Demek ki namaz Allah`ı anmak yani zikretmek ve hatırlamak için
kılınır.
Bu yüzden Allah (c.c.): “dosdoğru kılınan namaz insanları her
kötülükten alıkoyar.” (Akebût (29) 45.) buyurur. Bunu herkes, kırk gün
değil, sadece bir hafta, hattâ bir gün huşû`lu namaz kılmakla açık seçik
görür. Ama olabildiğince düşünerek, olabildiğince kontaktta.
Bu yüzden Allah Rasûlü dünya meşgaleleriyle yorulduğu ve
sıkıldığızamanlarda: “Ey Bilal, kalk da bizi ferahlat!” (Ebû Dâvûd, edep
78; Müsned V/364, 371.) yani, ezan oku da namaz kılalım, buyururlardı.
Onun arkadaşlarından bazıları da namaza durduklarında Allah`tan başka
her şeyi unuturlardı. Hattâ birisinin sırtına ok saplanmışti. Acısına
dayanamadığı için çıkaramıyorlardı. Bu yüzden o namaza durduğunda
çıkardılar. Duymamıştı bile. (Benzer bir olay için bk. Kandıhlevî,
Hayâtu`s-sahabe NI/605.)
Bir başkası, namazda hatırına gelip kendisini Allah`ı anmaktan
alıkoyduğu için, çok değerli hurma bahçesini Allah Rasûlü`ne bağışladı.
(bk. Kandıhlevî age NI/544; Ibnü`I-münzir, et-Tergib I/316. )
Artık nasıl namaz kılmayız? Nasıl AlIah`a kulluğu kabullenmeyiz? Nasıl
çocuğumuza namaz kıldırmamakla ona acıdığımızı zannederiz? Namazın
yaşınıda, onu emreden belirliyor ve elçisine: “Çocuklarınız yedi yaşına
gelince onlara namaz kılmayı öğretin ve onları namaza başlatin, on
yaşına geldiklerinde de, eğer namaz kılmadıkları olursa, dövün,
yataklarını da ayırın.” dedirtiyor. Gerçekten de çocukken başlanılmayan
şeylere sonradan alışmak çok zordur.
Namazın hakikati ile sureti ne demektir?
– Bir şeyin sureti, onun dışa yansıyan şeklidir. Hakikati ise, o şeyin asıl varlık nedeni olan manevi kimliğidir.
Buna göre:
Namazın sureti, İftitah tekbirinden selam vermeye kadar yapılan bütün hareketler ve okunan bütün Kur’an ve zikirlerdir.
Diğer bir ifadeyle namazın sureti, fıkıh kitaplarında belirtilen
namazın rükünleri, şartları, sünnetleri ve adabından ibarettir.
Namazın suretinin olmadığı yerde namazın varlığından söz edilemez.
Namazı boza şeyler, mekruhlar, secde-i sehiv gerektiren hususlar,
namazın bu suretinin tam teşekkül etmemesinden kaynaklanır.
Namazın hakikati ise, ruh, akıl, kalb, his gibi manevi donanımların
aktif bir şekilde hareket etmeleri sebebiyle abd ile Mabud arasında
iletişim hattının kurulduğu bir manevi bir vuslattan ibarettir.
Bu yönüyle, namazın hakikati, onun suretini canlandıran bir ruhtur.
Ancak insan ruhu ceset istediği gibi, namazın ruhu olan hakikati de onun
cesedi/bedeni hükmünde olan suretini ister. Hakikate kavuşmak bu
suretle olur.
Her vuslatın bir sureti, bir şekli vardır. “Usul olmadan Vusul olmaz” düsturu burada da geçerlidir.
– Evet, namazın Kuran’daki ifadesi olan “Salat” kelimesi, “Vuslat” kavramını da çağrıştırmaktadır.
Vuslat ise, namaz miracıyla ancak tahakkuk eder. Namazın miraçta farz
olması ve kılınan her namazın namaz kılan müminin bir nevi miracı
hükmünde olması da namazın, hakikati itibariyle manevi vuslatın, kulun
rabbinin huzuruna kabul edilmesinin bir unvanı olduğunu göstermektedir.
-Bediüzzaman hazretlerinin aşağıdaki ifadeleri de konumuza ışık tutmaktadır:
“İşte ey tenbel nefsim! Bir nevi Mi’rac hükmünde olan namazın hakikatı;
sâbık temsilde bir nefer, mahz-ı lütuf olarak huzur-u şâhaneye kabulü
gibi; mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i
Zülcelal’in huzuruna kabulündür.
“Allahü Ekber” deyip, manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip,
kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya
küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura
müşerref olup, اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına (herkesin kabiliyeti
nisbetinde) bir mazhariyet-i azîmedir.
Âdeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla “Allahü Ekber” “Allahü Ekber”
demekle kat’-ı meratibe ve terakkiyat-ı maneviyeye ve cüz’iyattan
devair-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve marifetimiz haricindeki
kemalât-ı kibriyasının mücmel bir ünvanıdır.
Güya her bir “Allahü Ekber” bir basamak-ı mi’raciyeyi kat’ına işarettir.
İşte şu hakikat-ı salâttan manen veya niyeten veya tasavvuren veya
hayalen bir gölgesine, bir şuaına mazhariyet dahi, büyük bir saadettir.”
(Sözler, 199)
İnsanın, Allah’ın büyüklüğünü ve haşmetini anlaması; ancak içinde
bulunduğu maddi alemin kayıtlarından zihnen ve düşünce olarak soyutlanıp
sıyrılması ile mümkündür. Maddi kayıtlar altında, Allah’ın azamet ve
kibriyasını takdir etmek çok zordur.
İşte tekbir lafzı olan “Allahhü ekber” sözü, bu sıyrılmak ve
soyutlanmak işini görüyor. Bu lafızda derinleşmek; ancak kuvvetli bir
iman, külli bir ibadet ile mümkündür. Yani insanın Allah’ın büyüklüğünü
anlamasında en mühim şey; kuvvetli bir iman, külli bir kulluktur.
İman, insanı Allah’a bağlar ve aralarında nispeti temin eder, ibadet de
insandaki maddi kayıt ve kirleri temizler ve tefekkür noktasından
genişlik kazandırır.
Namaz içinde yapılan hareketlerin hepsi, temsili hareketlerdir. İnsan,
kainatın bir halifesi olmasından dolayı, kainat içinde bulunan bütün
mahlukatın ve mahlukatın hal diliyle yapmış oldukları bütün ibadetlerin
Allah’a takdim vazifesi insana aittir. Yani insan, kainatın fıtri
ibadetlerini kendi uhdesine alıp, kainat namına Allah’a arzı ubudiyet
ile mükellef bir konumdadır.
İnsanın bu takdim vazifesini fiilen ifa etmesi ise muhaldir. Bu
sebepten dolayı Allah bütün bu takdim vazifesini temsil edecek namaz
ibadetini insanlığa hediye etmiştir.
İnsan namaz kılarken, bütün mahlukatı temsil ettiğini bilerek ve niyet
eder. O zaman namaz cüzilikten çıkar, külli bir mertebe kazanır.
Nasıl ki Peygamber Efendimiz (asm) Miraç’ta bütün mahlukatı temsilen
Allah ile görüştü ise, mümin de Miraç hükmünde olan namaz sayesinde bir
çeşit, huzuru İlahiyeye bütün mahlukatı temsilen duruyor. Namazın bu
çeşit kudsi temsili vaziyetleri çoktur.
Bizim fiilen bütün mahlukatı temsil etmemiz belki mümkün olamayabilir,
ama niyet ve tasavvur ile temsil etmek; cüzi olsun külli olsun her
insanın elinden gelir. Namazda bu niyetleri ve tasavvurları akla
getirmek ve bu his ile huzura durmak, namaza külliyet katar.
Bu açıdan Peygamber’imizin (asm) Miraç’ta eriştiği hakikati hali, biz namazda temsili ve tasavvuri olarak yaparız.
Namaz müminin miracı olduğu için, Allah ile bir görüşme ve bir sohbet
niteliğindedir. Allah, namaz vaktinde insanı huzuruna kabul ediyor.
İnsan da bu kabule sübhanellah diyerek tesbih ile, Allahü ekber diyerek
tekbir ile ve elhamdülillah diyerek tahmid ile mukabele ediyor.
Bu yüzden namazın her hareketinde ve her rüknünde “sübhanllah”, “Allahu ekber” ve “elhamdülillah” kelimeleri zikrediliyor.
Namazın her bir hareketi ve bu harekette zikredilen tekbir; manevi
olarak, marifetullahta Allah’a yaklaşma niteliğindedir. Bu zikirlerin
tekrar edilmesi, yerinde saymak anlamına gelen bir tekrar değil, terakki
ve yükselişin neşesinden ve şükründen gelen bir ilandır.
İnsan namazın ilk girişinde cüzi bir sohbet manası ile başlar, namazın
sonunda ise finale ulaşmış bir şekle girer. Namaz içinde böyle sayısız
makam ve terakki mertebeleri vardır.
Tabi namaz içindeki bu külli makam ve mertebelerin manasına ulaşmak her
insanda aynı olmuyor. Namazın bu cüzi makamından tut, külli makamlara
kadar çok dereceleri vardır.
Kalbi ve gözü hüşyar, yani uyanık olan bir veli, namazın her bir rükün ve hareketi ile Hakka uruc edip yükselir.
Her tekbir onun aleminde bir şahlanış, bir kibraya makamının açılması ve tezahür etmesidir.
Her bir tahmid, şükür perdelerinin aralanıp, nihayetsiz şefkatten gelen ihsan ve ikramlara bir mukabeledir.
Her bir tesbih, içinde yaşadığımız maddi alemin kayıtlarından sıyrılmak
ve Allah hakkında zihinde beliren kusur ve kayıtlardan bir
temizlenmektir.
İnsanın Allah ve onun azameti hakkındaki marifeti, Allah’ın hakiki
azametine mücmel bir unvan oluyor. Yoksa, hakiki bir mikyas ve mizan
değildir. Yani biz kul olarak Allah’ı ne kadar iyi bilsek de, bizim
bilmemiz onun hakiki kibriyasına yetişmez ve onun sonuz büyüklüğünü
ihata edemez. Bizim marifetimiz Onun mahlukat alemindeki tecellisinin
bir parça ve bir tutam unvanı mesabesindedir.
Diğer taraftan namaz Allah’ın huzuruna kabul edilmek demektir.
Nasıl ki, bir padişah sadece vezirleriyle ve diğer ileri seviyedeki
yetkililerle görüştüğü halde, halktan her hangi bir kimseyi huzuruna
kabul ederse bu sırf bir lütuf olur. O kişi, bilgisi, makamı ve
kabiliyetiyle değil sadece ve sadece padişahın bir ihsanı olarak huzura
kabul edilmiştir.
Cenâb-ı Hakk’ın da kullarını huzuruna kabulü mahz-ı lütuftur, yani sadece bir lütuf, bir ihsandır.
Günde beş kere, farz olarak kullarını huzuruna davet ettiği gibi,
kerahet vakitleri dışında bütün zaman dilimlerinde kullar diledikleri
zaman nafile namazlarla yine İlahi huzura kabul edilirler.
Tekbir ile huzurda durmaya başlar ve Allah’a rukû, secde ve dua etmenin
tatlı zevkini ruhlarına sindirir, ulvî şerefinden hisselerini alırlar.
Mirac mucizesiyle Allah Resulü (asm) iki cihanı da gerilerde bırakmış ve Allah’ın huzuruna ve rüyetine mazhar olmuştu.
Müminin miracı olan namazda da bu üstün mertebenin bir izi, bir işareti
vardır. Allahu Ekber diyerek, büyüklüğün ancak O’na mahsus olduğunu,
mahlukattaki bütün şeref ve kıymetlerin ancak O’nun birer ihsanı
olduğunu dile getiren bir mümin, bütün mahlukattan kalben alâkasını
kesip Rabbine ibadet eder, O’na yalvarır, O’na iltica eder.
“Mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip,” ifadesi bu noktada
müminler arasındaki farklılığı gösterir. Manen iki cihandan geçmek büyük
zatlara mahsustur, bunu başaramayanlar bu manaya hayalen yaklaşmaya
çalışırlar, hiç olmazsa bu manayı niyet ederler.
Böylece namaz kılan kişi, “bir nevi huzura müşerref olup”, Rabbine
doğrudan hitap ederek “iyya ke na’büdü” diyebilmektedir. Bu ise çok
büyük bir mazhariyettir ve her mümin, kabiliyetine göre bu mazhariyetten
feyz alır ve istifade eder.
Namazda yapılan hareketlerin hikmeti nedir?
Namazın her bir rüknünün, her bir kısmının ayrı ayrı hikmetleri bulunuyor.
Allah’ın isimlerinden biri de Hakim’dir. Yani yaptığı işte mutlaka pek
çok hikmet, maslahat ve hedefleri gözetip yaratmasıdır. Elbette emrinde
ve yasağında da binlerce hikmetleri olacağı muhakkaktır. En önemli
ibadet olan namazın da her hareketinde pek çok mana bulunmaktadır.
Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
– Namaz dinin direğidir. Kabe’nin de kainatın direği olduğu
düşünülürse, namazımızcda Kâbe’ye yönelmenin hikmeti anlaşılmış olur.
– Ellerimizi kaldırıp tekbir almak, iki elimle iki dünyamı da arkaya atarak sırf Allah için namaza duruyorum manasına;
– Ayakta durmakla ağaçların, dağların ve sürekli ayakta durarak ibadet eden meleklerin ibadetlerini temsil ediyoruz.
– Rükuda deve, keçi, koyun gibi hayvanların ve sürekli rükuda duran meleklerin ibadetlerini temsil ediyoruz.
– Secdede sürüngenlerin, otların ve sürekli secde de duran meleklerin ibadetlerini temsil ediyoruz.
– Otururken bütün mevcudatın ibadetlerini kendi hesabımıza Allah’a
takdim ediyoruz. Sonunda da sağa ve sola selam vermekle bütün kainata
selam vermiş oluyoruz.
Ayrıca namaz kılarken bütün vücudumuza ve her bir uzvumuza da ibadet ettirmiş oluyoruz.
– Kıyamda bir anlam ifade ediyor, kiraat da. Kıyamdan sonra rükuya
gitmenin de bir hikmeti var, rükudan sonra secdeye kapanip ona en yakin
hâle kavusmanin da…
Kâinat çapında icra edilen külli bir ibadetin temsilcisi makamındaki
insan kendi vücudunda her an cereyan eden ibadetlerle birlikte canlı ve
“cansız” sandığımı âlemin ibadetlerini de günde beş kez Rabb-i Rahîmi’ne
arz etmek durumunda:
1. KIYAM
Önce ayakta dikilip durur (kıyam) ve ellerimizi yukarı doğru kaldırıp,
Allahü ekber (Ancak Allah yüce ve uludur) deriz. Böylece insan, O (cc)
müstesna her şeyi bir tarafa atıp bırakmakta ve Onun emir ve iradesine
tabi duruma geçmektedir. Kulluk ve kölelik bu şekilde tescil edilir.
Böylece ayakta duran tüm varlıkların ibadeti de temsil edilir.
2. RÜKU
Insan, Allahin sanina yakisan övgüler serdettikten sonra bu yücelik
karsisinda kendini o derece aciz ve zayif hisseder ki, bunu ifade için
öne egilir (rüku), saygi isareti olarak basini alçaltir ve, Sübhane
Rabbiyel-Azim(Büyüklük ve azamet sadece Ona ait olan Rabbimi bütün
noksanlardan tenzih edip yüceltirim.) der. Mü’min bu haliyle, rükû
halindeki tüm canlilarin ibadetini de temsil etmektedir.
3. DUA
Sonra yine dogrularak kendisini bu doğru yola ilettiği için Allah’a
şükür ve hamdini arz eder. Bir an için Allah’ın yücelik ve büyüklüğü ve
kendi hareketinin basitlik ve küçüklüğü karşısında ayakta tefekküre
dalıp bundan o derece yılgın ve sarsılmış bir hale gelir.
4. SECDE
Secdeye kapanır ve alnını, tevazu ve acizliğini tam manasıyla
hissederek yere degdirir ve şöyle söyler: Sübhane Rabbiyel-Ala (Büyüklük
ve Yücelik sadece Ona ait olan Rabbimi bütün noksanlardan tenzih edip
yüceltirim).
5. TAHIYYAT VE SELAM
Bu hareketleri bir dizi tekrar etmesinden sonra kişi kendini, arada
hiçbir vasıta veya aracı bulunmaksızın doğrudan doğruya şahsen Allah’ın
huzurunda bulur ve ondan istimdad edip yardım talep eder.
Iki varlık karşılastıklarında daima bu ikisi arasında bir selamlaşma
gerçekleştirilir. İşte namazın bir kısmında (teşehhüd kısmı) namazını
eda etmekte olan Müslüman, Mirac esnasında Muhammed (sav) ile Allah
arasında teati edilen selamlaşma formüllerini aynen tekrar eder:
“Et-Tahiyyatü lillahi, ves-salavatü vettayyibatü. es-Selamu eleyke
eyyuhen-Nebiyyü, ve rahmetullahi ve berakatüh. Es-Selamü aleyna ve alâ
ibadillahissalihin = En mukaddes ve en zahidane hürmet ve tazimler
Allah’a aittir. Ey Nebi sana selam, Allah’ın rahmet ve bereketi de senin
üzerine olsun. (Allah’ın) selami bizim üzerimize ve Allah karşısında
iyi ve mükemmel hareket eden salih kulların üzerine olsun!”
Namazda Beden Hareketleri:
Namazda dört hareket vardır. Birincisi kıyamdır. Yani ayakta durmak.
İkincisi rükudur. Üçüncüsü birinci secde, dördüncüsü ikinci secdedir.
(Fususulhikem, 2/476-477)
Namazda kıyam, baş tarafı Hak, ayak tarafı halk hüviyeti taşır. Kıyamda
bu ikisini cem eden insan, bu durumu içinde, farz olan kıraati eda
eder. Hem kıyam, hem de kıraatle iki farzı birden eda eder.
Rükua gelince; rüku hayvanın yürürken olan duruşunu namazda yaşamaktır.
Hayvanlar bu haliyle, ayakları merkezi arza bakarken, vücut istikameti
ufki olur. Yani yerin çekim kuvvetine paralel durur. Hayvanın bu
yaratılış şekli, başı itibariyle ne fezaya, ne de yerin çekim kuvvetine
bakar. İkisi ortası bir durumdadır. Acaba biz insan olduğumuz halde
neden namazda bunu yaşarız? Hayvandan bize ne, diye bir soru aklımızda
takıldığı olur. Bunun cevabı şöyle: 18.000 hayvanın özeti olan insan
bedeni, ruhu hayvani ile dünya hayatını yaşayan tarafı vardır. Arzular
bakımından nefis ismi taşıyan bu ruh, tezkiye görmedikçe ruhu insaniye
terakki edemez… Az yiyecek, az uyuyacak, az cinsi ilişkide bulunacak
ki dünyaya bağlı hayvaniyattan uzaklaşsın. O zaman tezkiye durumuna
girer. Amme bir ibadet olan namaz, bünyesindeki hayvaniyatı yaşamak
zorundadır.
Secdenin hikmeti; secde demek; başın ayak seviyesine inmesi demektir. İnsan bu haliyle bitkideki ahvali yaşar.
İkinci secde cemadidir. Zatından hareketi yoktur. Yani kendi
bünyesinde, kendi içinden hareketi yoktur. Dış tesirle hareket eder.
Taş, toprak içindeki madenler buna dahildir. Maden izabe görmediği
sürece cemadat içinde dağınık bulunduğundan, onu muhafaza edenin
adresini taşır. Her madenin elementinin zerre itibariyle ruhu vardır.
İkinci secdenin birinci secde gibi olması, bitki ile cemadatın bir
arada bulunmaları, hayvanlar gibi gezer halleri olmamaları içindir. Bu
feza boşluğunda görülen her küre, yıldız ve emsali hepsi cemadattır.
Eşya bakımından ne kadar büyük yekun oluşturuyorsa, secde de o kadar
büyük yekun tutar.
Özetlediğimizde; namaz insanı, hayvanı ve tüm mahlukatı içine alan bir
ibadettir. Ancak şeklen değil, kalben, manen gerçeğine vakıf olmakla
yürütülürse, anlaşılır.
Namazların
Farzları – Namazın Vacibleri – Namazların Sünnetleri – Namazın
Müstehabları – Namazın Mekruhları -Namazın Âdâbı – Namazı Bozan Şeyler
Namazların Farzları, Şartları, Rükünleri
Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı, daha namaza başlamadan önce yapılması gereken farzlardır ki, şunlardır:
1) Hadesten taharet,
2) Necasetten taharet,
3) Setr-i avret,
4) Kıbleye yönelmek,
5) Vakit,
6) Niyet.
Diğer altısı da, namazın başlangıcından itibaren bulunması gereken farzlardır ve şunlardır:
1) İftitah (namaza girme) tekbiri,
2) Kıyam,
3) Kıraat,
4) Rükû,
5) Sücud,
6) Kaide-i ahire (son oturuş).
Bunlara da “Namazın rükünleri” denir. Bunlar namazın aslını ve temelini teşkil ederler.
Yukarda sayılan on iki farzdan başka, namazda “Tadil-i Erkan”a riayet
edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç İmama göre, farz olduğu gibi,
namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da İmam Azam’a göre bir farzdır.
Buna “Huruç bisun’ihi = Kendi isteği ile çıkmak” denir. Bunlarla namazın
rükünleri sekiz olmuş olur. Bunlar da sırası ile açıklanacaktır.
1. Guslü gerektiren bir hâl olursa, yıkanmak; yoksa, abdest almak; su
bulunmadığı veya meşru bir mazeret olduğu zaman teyemmüm etmek
2. Bedeni, elbiseyi, namaz kılınacak yeri her türlü pisliklerden temizlemek.
3. Açılması, görülmesi şer’an caiz olmayan edep yerlerini örtmek.
4. Kıbleye (Kâbe’ye) karşı dönmek,
5. Kılınacak namaz, hangi vaktin namazı ise onu kılmaya niyet etmek.
6. Namazı vakti girince kılmak
7. Kıbleye döndükten sonra, namaza,Alalhü Ekber diyerek başlamak.
1. Namazda ayakta durmak (kıyam)
2. Namazda Kur’an okumak (kıraat)
3. Kur’an okuduktan sonra eğilmek (rükû)
4. Secdeye kapanmak
5. Namazın sonunda oturmak.
·Namaz Allah-û Teala’ya yapılan en büyük ibadet ve niyazdır.
·Allah’ın huzuruna çıkılırken maddi-manevi, görünür-görünmez bütün
pisliklerden, kirlerden bedenimizi, elbisemizi, namaz kılacağımız yeri
temizlemek şarttır.
·Kadın erkek her müslümanın karanlıkta ve tek başına da olsa, namaz
için örtünmeleri farzdır. Erkeklerin örtmeye mecbur oldukları edep
yerleri göbek altından diz kapaklarına kadardır.
·Kadınlar namazda yüz, el ve ayaklardan başka her yerlerini örterler.
·Namazda kıbleye dönmek farzdır. Zaruret olmadıkça, namaz içinde göğsü kıbleden başka tarafa çevirmek namazı bozar.
·Kıblenin hangi tarafta olduğunu tayinde şüpheye düşen ve şüphesini
gideremeyen kimse, en çok kıble sandığı tafa dönüp namazını kılar.
·Namaz içinde kıblenin farkına varırsa, yüzünü o cihete çevirerek namazı tamamlar.
·Her namazın belli bir vakti vardır. Vakit girmeden namaz kılınamaz.
·Namaza başlarken niyet etmek de farzdır. Niyetsiz namaz sahih olmaz.
· Niyet, namaza başlamadan önce, kılınacak namazın farzlarından hangisi
olduğunun hatıra getirilerek Alalh rızası için edâsının ve vakti çıkmış
ise kazasının kastedilmesidir.Bunu ayrıca dil ile de söylemek
müstehabdır.
· Cemaatle kılınırken imama uymaya da niyetlenmek icabet eder.
· Farz ve vacip olmayan namazlarda, “Alalh rızası için namaz kılmaya” şeklinde niyetlenmek kafidir.
· Niyetle namaza giriş tekbiri arasında namazla ilgisi olmayan hiçbir
şeyle uğraşmamak, hemen Alalhü Ekber diyerek namaza girmek lazımdır.
· Namaza Allah’ı anarak başlamak farz, tekbir ile başlamak ayrıca
vaciptir. Tekbir alınırken baş dik tutulur, parmaklar sıkılmamak ve avuç
içleri kıbleye karşı gelmek üzere başparmak uçları kulaklarının
yumuşağına değecek kadar eller kaldırılır; tekbir bitince, eller yanlara
bırakılmadan sağ el sol elin üzerine gelmek suretiyle göbeğin altında
bağlanır.
Kadınlar ellerini, parmaklarının uçları omuz başına gelecek kadar kaldırır ve göğüsleri üzerine bağlarlar.
Namaza giriş tekbiri ayakta ve yavaşça alınır. Bu tekbirden sonra namazı bozan bir şey yapmak haramdır.
Namazın Vacibleri
Namazların farzları olduğu gibi, bir kısım vacibleri de vardır. Bu
vacibleri yerine getirmekle namazın farzları tamamlanıp noksanları
giderilmiş olur. Şöyle ki:
1) Namaza başlarken yalnız “Allah” ismi ile yetinmeyip büyüklüğü ifade
eden “Ekber” sözünü de ilave ederek “Allahü Ekber” demek vacibdir.
2) Namazlarda “Fatiha” süresini okumak vacibdir. Üç İmama göre ise, bunu okumak farzdır.
3) Namazlarda farz olan Kur’an okuyuşunun ilk iki rekata bağlı kılınması vacibdir.
4) İlk iki rekatın her birinde bir defa Fatiha suresi okunup tekrarlanmaması vacibdir.
5) Fatiha suresini diğer okunacak sure ve ayetlerden önce okumak vacibdir.
6) Fatiha suresine başka bir sure veya bir sure yerini tutacak kadar
ayet ilavesi vacibdir. Şöyle ki: Farz namazların önceki ilk iki
rekatlarında Fatiha’dan sonra diğer bir sure veya bir sureye denk bir
mikdar ayet okunması vacib olduğu gibi, vitir namazı ile nafile
namazların her rekatında Fatiha ve Fatiha’dan sonra bir sure veya ona
denk bir ayet okunması da vacibdir.
(Fatihaya başka bir sure veya ayetin eklenmesi üç İmama göre sünnettir.)
7) Yalnız başına namaz kılan kimse, sabah, akşam ve yatsı namazlarını
dilerse aşikare bir okuyuşla ve dilerse gizli bir okuyuşla kılar.
Geceleyin kılacağı nafile namazlarda da hüküm böyledir. Fakat öğle ile
ikindi namazlarında ve gündüz kılacağı nafile namazlarda gizli olarak
okuması vacibdir.
8 ) Cemaatla kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, teravih, vitir
namazlarının her rekatında; akşam ve yatsı namazlarının ilk iki
rekatlarında aşikare Kur’an okumak, öğle ile ikindi namazlarının bütün
rekatlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsının son iki rekatlarında
gizli olarak kıraat yapmak vacibdir.
9) Vitir namazında kunut (dua) okumak ve kunut tekbiri almak vacibdir.
Bu İmam Azam’a göredir. İki imama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e)
göre ise, bunlar sünnettir.
10) Kazaya kalan bir namaz, gündüzün cemaatla kılındığı takdirde, eğer
sabah namazı gibi aşikare kıraat yapılması gereken bir namaz ise, yine
aşikare kıraet yapılır. Gizli kıraat yapılması gereken bir namaz ise,
gizli kıraet yapılır. Tek başına namaz kılan ise, aşikare kıraet
yapılması gereken bir namazı kaza ederken dilerse hem aşikare, hem de
gizli okuyabilir. Bir rivayete göre de, gündüz kaza edeceği herhangi bir
namazda gizli okuması vacibdir; gizli veya aşikare okuma serbestisi
yoktur.
11) Secde yaparken yalnız alınla yetinmeyip alınla beraber burnu da yere koymak vacibdir.
12) Üç ve dört rekatlı namazlarda birinci oturuş vacibdir.
13) Namazların her oturuşunda teşehhüdde bulunmak (Tahiyyatı okumak) vacibdir.
14) Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı tilavet secdesinde bulunmak vacibdir.
15) İki bayram namazının üçer ziyade tekbirleri vacibdir. Bu namazların
birinci rekatlarındaki rükû ve secde tekbirleri sünnettir. İkinci
rekatlarının rükû tekbirleri ise, vacib olan ziyade tekbirlere yakın
olduğu için o da vacibdir.
16) Namazların farzlarında sıraya riayet edilmesi, iki farz arasına,
farz olmayan bir şeyin girmesine meydan verilmemesi vacibdir. Farz olan
kıyamdan (ayakta duruşdan) sonra rükûa gidilmesi, rükûdan sonra da
secdeye varılması gibi…
17) Vaciblerin her birini de yerinde yapmak ve sonraya bırakmamak
vacibdir. Kur’an okuduktan sonra bir zaman bekleyip sehven düşünceye
dalmak ve sonra rükûa varmak gibi.
18 ) Namazların sonunda selam vermek. Önce sağ tarafa, sonra sol tarafa
yüz çevirerek “Esselâm” demek vacibdir. “Esselâmu aleyküm ve
Rahmetullah” (*) denilmesinin vacib olduğu açık olarak belirtilmemiştir.
Bir görüşe göre, sol tarafa selam verilmesi sünnettir. Namazdan
çıkılması ise, bütün imamlara göre yalnız bir selam ile olur, bununla
namaz biter. Bu selamı vermiş olana, artık uyulmaz. Meşhur olan görüş
budur.
Namazların Sünnetleri
Namazların sünnetleri de vardır. Bu sünnetler, namazların vaciblerini
tamamlar. Onlardaki noksanlıkları giderir ve fazla sevab kazanmaya sebeb
olur. Sünnetlere riayet edip devam etmek Allah’ın peygamberine sevgi
alametidir. Bununla beraber bu sünnetleri terk etmek, namazın
bozulmasını ve tekrar kılınmasını gerektirmez. Fakat küçümsemeksizin
kasden terk edilmesi bir hata ve bir mahrumiyettir. Fakat sünnetin hak
görülmemesi, boş ve hikmetten uzak sayılarak küçümsenmesi, -Allah
korusun- küfürdür. Çünkü Sünnet de şer’î hükümlerden ve esaslardan
biridir.
Namazlardan önce veya namazların içinde başlıca sünnetler şunlardır:
1) Beş vakit namaz için ve cuma namazı için ezan okumak ve ikamet etmek
sünnettir. Şöyle ki: Vaktinde cemaatle yerine getirilen her farz namaz
için ezan ve ikamet sünnet olduğu gibi, kazaya kalıp da cemaatle
kılınacak farz namazlar için de sünnettir. Birçok namaz cemaatle kaza
edileceği zaman, bunlardan yalnız ilk kılınacak namaz için ezan okunur.
Sonra gerek bu namaz için ve gerek bunun arkasından kılınacak diğer kaza
namazları için birer ikametle yetinilir.
Kendi evlerinde yalnız başına namaz kılacak erkekler için ezan ve
ikamet müstahabdır. Gerek yolcular için, gerek cemaatle namaz kılacaklar
için ezan ve ikameti terk etmek mekruhtur.
Cuma günü şehirde bulundukları halde, özürlerinden dolayı cuma namazını
kılamayanlara, öğle namazını kılarlarken ezan ve ikamet gerekmez.
Kadınlar için de ezan ve ikamet sünnet değildir. Ezan ve ikamet bahsine
bakılsın!..
2) İftitah (başlangıç) tekbirini alırken elleri yukarıya kaldırmak
sünnettir. Şöyle ki: Erkekler ellerini, baş parmaklar kulak
yumuşaklarına değecek kadar, kadınlar da parmaklarının ucları omuzlarına
kavuşacak kadar ellerini göğüslerinin hizasına kaldırıp o vaziyette:
“Allahü Ekber” derler. Ellerin içleri kıbleye yönelik bulunmalıdır.
Birbirine karşı da bulunabilir.
(Üç İmama göre, erkekler de ellerini ancak omuzlarının hizasına kadar kaldırırlar.)
3) Tekbir için eller kaldırılırken parmakların aralarının zorlamaksızın biraz açık bulundurulması sünnettir.
4) İmam olan kimsenin, tekbirleri ve rükûdan kıyama kalkarken
“Semiallahu limen hamideh” sözünü ve namazın sonunda her iki tarafa
vereceği selamı ihtiyaç mikdarı aşikâre yapması sünnet olduğu gibi,
cemaatın da rükûdan kalkarken: “Allahumme Rabbena ve lekelhamd” sözü ile
tekbirleri ve selamı gizlice yapmaları sünnettir.
Yalnız başına namaz kılan rükûdan kalkarken bunların ikisini de söyler (*).
5) İlk tekbirden sonra namazın başında gizlice “Sübhanekâllahümme”
okunması, bundan sonra Fatiha’dan önce yine gizlice “Eûzü Besmele”
okunması ve diğer rekatlarda da Fatiha’dan önce besmele çekilip
Fatiha’ların sonunda amîn denilmesi sünnettir. Burada imam ile cemaat ve
yalnız başına kılanlar arasında bir fark yoktur. Yalnız cemaat
Fatiha’yı okumayacakları için “Eûzü Besmele” okumaları gerekmez.
“Amîn” sözünün manası, dualarımızı kabul et, demektir.
Her rekatta Fatiha’dan önce Besmele’yi okumak, sahih sayılan bir görüşe
göre vacibdir. Fatiha’dan sonra okunacak surelerin başlarında Besmele
okunmaz. Yalnız İmam Muhammed’e göre, sessizce kılınacak namazlarda bu
surelerin başlarında da besmele okunur. (**)
6) Namazda erkeklerin, göbeklerinin altında tutmak üzere sağ ellerini
sol elleri üzerine koyup sağ ellerinin baş parmak ve serçe parmağı ile
sol bileği kavramaları ve sağ elin diğer üç parmağını sol kol üzerine
uzatmaları sünnettir. Kadınların da sağ ellerini sol elleri üzerine
koyarak halka yapmaksızın göğüsleri üzerinde bulundurmaları sünnettir.
7) Namaz aralarında kıyamdan rükûa ve secdelere giderken “Allahü Ekber”
denilmesi, rükûdan kıyama kalkarken “Semiallahü limen hamideh” denmesi,
secdeden kalkıp yine secdeye giderken “Allahü Ekber” denilmesi
sünnettir.
8 ) Rükû ve secde tesbihleri, rükû halinde en az üç kere: “Sübhane
Rabbiye’l-azîm” denilmesi, secde halinde de en az üç kere: “Sübhane
Rabbiye’l-alâ” denilmesi sünnettir.
9) Rükû halinde, erkeklerin ellerinin parmakları açık olacak şekilde
elleriyle dizlerini tutmaları sünnettir. Kadınlar bu halde parmaklarını
açık tutmazlar ve dizlerini kavramazlar, ellerini dizleri üzerine
koyarlar.
10) Bir özür yoksa, kıyamda iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak sünnettir.
11) Ka’de (Tahiyyata oturuş) ve celse (secdeden doğrulup bekleme)
hallerinde erkeklerin sol ayaklarını döşeyerek üzerlerine oturmaları ve
sağ ayaklarını güçleri yettiğince kıbleye doğru dikmeleri, kadınların da
sol ayaklarını sağ taraflarına yatık bulundurarak yere oturmaları
sünnettir. Bu oturuşa “Teverrük” denir.
12) Rükûda erkeklerin inciklerini dik tutmaları, kadınların da
dizlerini bükük bulundurmaları sünnettir. Bu halde erkeklerin sırtları
düz bulunur. Kadınların sırtları ise yukarıya doğru meyilli olur.
13) Secdeye varılırken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere
koymak ve secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra elleri dizlerin üzerine
koyduktan sonra dizleri yerden kaldırmak sünnettir. Buna güç yetmezse,
el ile yere dayanarak kalkılabilir.
14) Ka’delerde (Tahiyyatlara oturuşlarda) ve celselerde (secdeler
arasındaki bekleyişlerde) ellerin kıbleye yönelik olarak oyluklar
üzerine konulup dizlerin tutulması sünnettir.
15) Ka’delerdeki Teşehhüdlerde “La İlâhe” denirken, sağ elin şehadet
parmağı kaldınhp “İllallah” denirken indirilmesi sünnettir. Bunu
yaparken baş parmak ile orta parmak halka edilip diğer iki parmak
bükülmelidir. Birçok kimseler bu sünneti gereği üzere
yapamayacaklarından dolayı bunun terk edilmesini uygun görenler vardır.
16) Farz namazların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son
oturuşlarında, gayr-i müekked sünnetlerle diğer nafilelerin her
oturuşunda Tahiyyattan sonra Peygamber Efendimize Salat ve Selam okumak
sünnettir. (***)
17) Bütün namazların son oturuşlarında Salat ve Selamdan sonra iki
tarafa selam vermeden önce dua edilmesi sünnettir. Bu dua, Kur’an-ı
Kerîm’in mübarek dua ayetlerinden biri ile yapılması veya bunlara benzer
bulunmalıdır. Kullardan istenebilecek şeyler hakkında olan: “Ya Rabbi!
Bana şu kadar para ver”, şeklinde namazda dua edilmesi caiz
görülmemektedir. Namazların sonunda adet edinilen dua: “Rabbenâ âtina
fi’d dünya haseneten ve fi’lahireti haseneten ve kınâ azâbe’n-nar”
(****)
18 ) Namazların sonunda selam verirken yüzün önce sağ tarafa, sonra sola çevrilmesi sünnettir.
19) Sütre edinilmesi sünnettir. Şöyle ki: Sahra ve benzeri açık
yerlerde namaz kılan kimse, önünden başkasının geçmesini umuyorsa sağ
veya sol kaşının hizasına en az bir arşın boyunda secde yerinin önüne
kaim veya ince bir ağaç diker. Dikilemiyorsa, ağacı boyunca uzatır veya
önüne uzunlamasına böyle bir çizgi çizer. Enine yarım daire şeklinde bir
çizgi çizilmesi de caizdir. Direk ve sandalye gibi şeyler de sütre
işini görürler.
Cemaatle kılınan namazlarda yalnız imamın önünde sütre bulunması
kafidir. Namaz kılanın önünden geçilmesi edebe aykırıdır. Günahı
gerektirdiğinden bundan kaçınılması lazımdır. Namaz kılan kimse, önünden
geçmek isteyeni engellemek için “Sübhanellah” diyebilir. Eli ile, gözü
ile yahut başı ile hafifçe işaret edebilir. Sütrenin bulunması, namaz
kılanın dağınık düşüncelerini kaldırıp ibadet için bir araya toplamaya
ve gönlünü bir çerçeve içinde tutmaya yardımcı olur.
Namazın Müstehabları
·Namaza duranların, Alalh’ın huzurunda bulunduklarını düşünerek ona
göre derlenip topralanarak, ayakta dikilirken secde yerine eğilince,
ayakların üzerine; secdede burun ucuna; oturulunca kucağa ve selamda
omuz başlarına bakması
·Öksürmek, geğirmek ve esnemek gibi şeyleri ekden geldiği kadar yapmamaya ve önlemeye çalışmak.
·İkamette Hayye ale’l-felah denirken imam ve cemaatin namaza kalkması
·Kad kameti’s-salah denirken imamın namaza başlaması,
·Namaza durulurken, niyeti dil ile de yapmak…Namazın müstehablarından ve adabındandır.
Namazların Mekruhları
Namaz içinde yapılması veya yapılmaması mekruh olan şeyler tahrîmî
(harama yakın) ve tenzihi (helâla yakın) olmak üzere iki kısımdır. Şöyle
ki: Bir vacibin terkini taşıyan bir iş tahrimen mekruhtur. Bir sünnetin
terkini taşıyan bir iş de, tenzihen mekruhtur. Bununla beraber tenzihen
mekruh olanlar da, önemleri bakımından ve tahrimen mekruhlara
yakınlıkları yönünden birbirlerinden farklıdırlar. Örnek: Müekked bir
sünneti terk etmek, bir vacibi terk etmek derecesine yakın bir keraheti
taşır. Farzların, vaciblerin ve müstahabların ve bunların zıdlarının
değişik olması gibi…
Namazda mekruh olan şeylerin başlıcaları şunlardır:
1) Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın bir direğe, duvara veya sopaya dayanmak mekruhtur.
2) Namazda bir sağa ve bir sola doğru meyletmek mekruhtur. Çünkü böyle bir hareket gereksiz ve huzura aykırıdır.
3) Bir özür olmaksızın namazda birbiri peşine olmamak üzere birkaç adım
yürümek mekruhtur. Fakat görülen bir yılanı veya bir akrebi öldürmek
gibi bir özür sebebiyle atılacak birkaç adım mekruh değildir. Bununla
beraber bunları öldürmek, biraz yürümeye ve birkaç kez çarpmaya muhtaç
olursa, bununla namaz bozulur. Ancak bu halde namazı bozmaya dinde izin
vardır. Çünkü herhangi bir zararı kaldırmak için namazı bozmak caizdir.
Bir kimseyi ölümden kurtarmak için veya bir malı, değeri bir dirhem olsa
bile, zayi olmaktan kurtarmak için namaz bozulabilir; bu mal ister
namaz kılana ve ister başkasına ait olsun farketmez.
4) Namazda bit veya pire tutmak ve öldürmek veya kovalamak mekruhtur.
Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırmasından rahatsız olan kimsenin namaz
içinde bunları yalnız tutup atmasında kerahet yoktur.
5) Namazda hoş bir kokuyu koklamak, tükrüğü atmak veya elbise ile bir
iki kez yelpazelenmek, namazdan önce veya namaz içinde erkek için
kolları dirseklere doğru toplamak mekruhtur.
6) Namazın kıyam, rükû ve secde hallerinde, bir özür bulunmaksızın
elleri sünnet olduğu üzere konulması gereken yerler üzerine koymamak
mekruhtur. Kıyam halinde elleri yanlara salıvermek gibi…
7) Namazda dizleri yere koymadan önce elleri yere koymak ve secdeden
kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak mekruhtur. Ancak bir özür
sebebiyle yapılabilir.
8 ) Namazda kıç üzerine oturup but ve bacakları yukarıya dikmek mekruhtur.
9) Erkeklerin secde ederken kolları tamamiyle yere döşemeleri mekruhtur.
10) Rükû veya secde yaparken, başlangıç tekbirinde olduğu gibi elleri yukarıya kaldırmak mekruhtur.
11) Namaz içinde bir özür olmaksızın bağdaş kurmak veya dizleri dikip oturmak mekruhtur.
12) Rükûda ve secdede, kavme ile celsede sükûneti terk etmek (duraklama
yapmaksızın hareket halinde bulunmak) ve çok acele rükû ile secde
yapmak mekruhtur.
13) Namazda gerinmek, esnemek ve el ile ağzı kapamak mekruhtur. Çünkü
gerinmek bir gaflet ve tenbellik eseridir. Esnemek de bir gevşeklik
nişanıdır. Eğer esneme halinde ağız yumulabiliyorsa, bu mekruh olmaz.
Buna güç yetmiyorsa, namaz içinde sağ elin arkası ile, namaz dışında da
sol elin arkası ile ağız kapatılmalıdır.
14) Namazda bir zaruret olmaksızın kendi arzusu ile öksürmek mekruhtur.
Öksürüğü mümkün olduğu kadar gidermek, edebi gözetmek bakımından pek
güzeldir.
15) Namazda sesi işitilmeyecek derecede üfürmek mekruhtur. Bu üfürme
halinde, en az iki harften ibaret bir ses işitilecek olursa, namaz
bozulur.
16) Namaz içinde verilen selâmı el ile veya baş işareti ile almak mekruhtur.
17) Namazda okumaya engel olmayacak miktarda ağıza altın, gümüş, inci
ve benzeri erimez bir şey almak mekruhtur. Bunlar okumaya engel olursa
namaz bozulur. Ağızda eriyen şeyler de böyledir.
18 ) Namazda, dişlerin arasında bulunan nohut tanesinden küçük bir
yemek parçasını yutmak mekruhtur. Nohut tanesinden büyük olursa, namazı
bozar.
19) Yenmesi yasak olmayan bir yemek hazır olduğu halde namaza başlamak
mekruhtur. Bu yemek ister iştah çekici olsun, ister olmasın eşittir.
Ancak vaktin çıkmasından korkulursa, o zaman önce namaz kılınır.
20) Namazda gözleri yummak, gözleri semaya doğru kaldırmak veya
sağa-sola bakmak veya boynunu çevirerek sağa-sola bakmak mekruhtur.
Bakılması caiz olmayan bir şeyi görmemek için veya tam bir saygı ile
Yüce Allah’ın huzurunda bulunmaktan dolayı gözleri yummakta kerahet
yoktur.
21) Namazda iki elin parmaklarını birbirine çatmak, parmak çıtlatmak
veya çıtlayacak şekilde sıkmak ve elleri böğrüne koymak mekruhtur.
22) Namazda daha selâm vermeden terleri veya yüze dokunmuş olan
toprakları silmek mekruhtur. Ancak bir zararı kaldırmak ve bir yarar
sağlamak için silinebilir. Göze girip zahmet veren bir teri silmek
gibi…
23) Rükû halinde sünnet üzere olan duruma aykırı bir şekilde başı
yukarı tutmak veya aşağıya indirmek, imamdan önce rükûa veya secdeye
gitmek ve ondan önce rükûdan veya secdeden baş kaldırmak mekruhtur.
Fakat imam daha rükûa veya secdeye gitmeden, muktedi (imama uyan) rükûa
veya secdeye gidip başını kaldırsa namazı bozulur. Ancak İmam daha selâm
vermeden bu rükûu veya secdeyi imam ile veya ondan sonra iade ederse,
bozulmaz.
24) Rükûda veya secdede tesbihleri terk etmek veya üçden az okumak mekruhtur.
25) Kıyamdan rükûa, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçiş hallerinde
meşru olan tekbirleri ve zikirleri, bu intikallerden sonra okumak
mekruhtur. Kıyamdan rükûa vardıktan sonra “Allahü Ekber” demek ve
rükûdan kıyama tam döndükten sonra “Semi’allahü limen hamideh” demek
gibi. Bu şekilde bu zikirlerin yeri kaybedilmiş olur.
26) Kırda namaz kılarken çakıl taşlarını el ile düzeltmek mekruhtur.
Ancak üzerlerinde secde etmek mümkün değilse, yapılabilir. Bu durumda
iki defalık bir düzeltme caizdir.
27) Başkasına ait olan bir yerde, sahibinin rızası olmaksızın kılanan
namaz mekruhtur. Bir görüşe göre böyle bir yer, bir müslümana ait olup
ekilmemiş ise, üzerinde namaz kılmakta kerahet yoktur.
28 ) Bir kimse başkasına ait olan bir yer ile herkese ait bir yol
üzerinde namaz kılmak mecburiyetinde kalsa, bakılır: Eğer şahsa ait yer
ekilmiş veya gayri müslime ait ise, o yol üzerinde kılması daha iyidir.
Gayri müslimin bu namaza razı olmayacağı bilinen şeydir.
29) Namazı huzuru bozacak ve kalbi meşgul edecek şeylerin bulunduğu
yerlerde kılmak mekruhtur. Çalgı ve eğlencelerin bulunduğu yerlerde
namaz kılmak gibi. Mescidlerde çalınması düşünülecek olan ayakkabılar da
arka tarafa bırakmak, huzuru bozacağından mekruh sayılmıştır.
30) Yanmakta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala karşı namaz kılmak
mekruhtur. Muma, kandile, lâmbaya karşı namaz kılmak ise, mekruh
değildir. Yine asılı bulunan Mushaf-ı Şerife veya bir kılıca karşı namaz
kılmak da mekruh değildir. Çükü bunlara hiçbir kimse tarafından
tapılmamıştır.
31) Bir insanın yüzüne karşı, arada engel olmaksızın namaz kılmak
mekruhtur. Fakat bir insanın arkasına karşı namaz kılmak mekruh
değildir. Ancak bu adamın konuşmasından dolayı şaşırmak umuluyorsa,
mekruh olur.
32) Temiz olmayan şeylere karşı ve temiz olmayan şeyler yakınında namaz
kılmak mekruhtur. Bunlar namaza olan saygıya aykırı hallerdir.
Mezarlıkta, yol ortasında, hamamda, hayvan boğazlanan yerlerde namaz
kılmak da böyledir. Fakat mezarlıkta veya hamam gibi yerde namaz için
bir yer ayrılmışsa, kerahet olmaz.
33) Namazda bir gerek bulunmaksızın bir çocuğu yüklenmek veya kendisini meşgul edecek bir eşya taşımak mekruhtur.
34) Helaya (tuvalet) gitmek sıkıntısı olduğu halde namaza başlamak
mekruhtur. Öyle ki, namaz içinde böyle fazla bir sıkıntısı gelip kalbi
meşgul edecek olursa, vakit müsait olduğu takdirde namazı bırakmalıdır.
Böylece namaz kalb huzuru ile kemal üzere kılınmış olur. Aksi halde
namaz sahih olursa da, günah işlenmiş sayılır.
35) Namaz engel olmayacak mikdardan az bir pisliğin elbisede, bedende ve namaz yerinde bulunması mekruhtur.
36) Kirli elbiselerle, ev işlerinde giyilen elbiselerle namaz kılmak
mekruhtur. Çünkü süs sayılan temiz elbiselerle namaz kılınması
emrolunmuştur. Ancak başka elbise yoksa, bunlarla kılınabilir.
37) Bir özür olmaksızın elbiseyi giymeyip omuzlar üzerine alarak salıvermek suretiyle namaz kılmak mekruhtur.
38 ) Namazda, elleri çıkaracak bir aralık bırakmaksızın ihram gibi bir şeyin içine bürünmek mekruhtur.
39) Bir özür olmadan yalnız tek bir elbise ile (bir entari ile) namaz
kılmak mekruhtur. Erkeklerin sıcak bölgelerde gömlek giymeyip yalnız
şalvar ile namaz kılmaları da böyle mekruhtur.
40) Bir zaruret olmaksızın erkeklerin ipek elbise ile namaz kılması mekruhtur. (Kerahet ve İstihsan bölümüne bakılsın).
41) Elbiseyi topraktan veya diz yerinin belirmesinden korumak için
rükûa veya secdeye giderken “az bir hareketle” yukarıya çekmek
mekruhtur. Bilindiği gibi “çok hareket” namazı bozar.
42) Namazı gasbedilmiş bir elbise ile kılmak mekruhtur. Başka bir
elbise bulunmasa, yine hüküm aynıdır. Çünkü başkasının malından
sahibinin izni olmaksızın yararlanmak caiz değildir.
43) Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye, bütün saçlarını arka tarafa toplayıp bağlamaları mekruhtur.
44) Erkeklerin uzatmış oldukları saçlarını, kadınlar gibi bağlayıp
başlarının üzerinde bağlamış veya başlarının etrafına sarmış oldukları
halde namaz kılmaları mekruhtur. Böyle bir şeyin namaz içinde kasden
yapılması ise “çok hareket” olacağından namazı bozar.
45) Namaz içinde az bir hareketle insanın üzerinde elbise çıkarması,
başındaki sarığı çıkarması veya böylece bir şeyi giyinmesi veya başını
sarması mekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir hareketle yapılırsa,
namaz bozulur. Namazda elbise ile veya vücudun organları ile gereksiz
olarak oynamak da mekruhtur.
46) Namazda başın etrafına mendil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık bırakmak mekruhtur.
47) Namazda tenbellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık bulundurmak
mekruhtur. Tenbellikten maksad, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır.
Gevşeklikten maksad da, namazda baş örtmeyi önemsememektir. Halbuki bu
bir sünnettir. Böyle olmayıp da özürden dolayı olursa, başın açık
bulunmasında bir kerahet yoktur. Sadece sıcaktan veya hafiflemekten
dolayı başı açık bırakmak ise, mekruh görülmüştür, bu bir özür sayılmaz.
Bir de namazda tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmakda bir
kerahet yoktur, denilmiştir. Bununla beraber deniliyor ki, tevazu ve
huşu bir kalb işidir. O halde kalb ile tevazu ve huşuda bulunup başı
örtmek daha iyidir. Yine denebilir ki, tevazu ve huşu maksadı ile başı
açık bırakmak, kalbdeki tevazu ve teslimiyetin bîr dış görüntüsüdür.
Bunun için iyidir. Şu kadar var ki, namaza başlarken sadece tevazu ve
huşu maksadı ile başları açık bırakacak kimseler pek az bulunur.
Şunu da ilâve edelim ki, biz namazlarımızı Peygamber Efendimizin
kıldığı gibi kılmakla emrolunmuşuz. Çünkü bir hadîs-i şerîfde Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız siz
de öyle namaz kılın.” Peygamber Efendimiz ise, namazlarını mübarek
başları örtülü olarak kılmışlardır. Bu bir âdet işi değildir. Doğrusu
namazda peygamberimizin uyguladığı sünnet işine uymak ve başkalarına
benzemekten sakınmak meselesidir. İhramda başların açık bulundurulması
başka bir hikmete bağlıdır. O, mahşer hayatının bir örneğidir. Namaz
buna kıyas edilmez. İbadetlerde kıyas geçerli olmaz. Artık gerçek bir
özür bulunmadıkça, başı güzel bir şekilde secdeye engel olmayan bir
giysi ile örtmenin daha faziletli olduğu kesindir. Öyle ki, secde
esnasında baştan düşen bir giysiyi (tek el ile) başa yerleştirmek
faziletli görülmüştür. Fakat iki elle (çok hareket ile) yapılmaz.
Bu konuda kerahet ve fazilet erkeklere göredir. Kadınlara göre ise,
başlarının namazda örtülü olması her halde şarttır. Başlarının açık
bulunması, namazlarını bozar. Bu konu, din kitablarımızın bir çoğunda,
özellikle “Bahr-i Raik” ile “Reddü’l-Muhtar” adlı eserlere ayrıntılı
olarak yazılmıştır.
48 ) Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön
tarafında veya kendisine yakın olmasa da, sağ ve sol tarafından
hizasındaki duvar veya tavan üzerine çizilmiş veya asılmış büstümsü
canlı yaratık şekillerin bulunması mekruhtur. Arka tarafda bulunması da
çoğunlukça mekruh saymıştır. Fakat bunun keraheti nisbeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya
karşıdan organları seçilemeycek kadar küçük olan veya başları kesilmiş
veya yüzleri büsbütün silinmiş veya örtülüp yok edilmiş bulunan bir
resmin bulunması, namaz bakımından keraheti gerektirmez.
Yine, kese ve cüzdan gibi şeyler içinde bulunan paralar üzerinde basılı
bulunan resimler veya bir organda dövme suretiyle çizilip elbise ile
örtülen şekiller veya yüzük taşına oyulup belirsiz halde kalan resimler
namazın kerahetini gerektirmez.
Canlılara ait olmayan resimlerde de kerahet yoktur. Ağaç, bina, ay ve
güneş resimleri bu kısımdandır. Çünkü bunların resimlerine ibadet
edilmemiştir. Ancak namaz kılınan zihnini meşgul edecek bir durum
bulunursa, kerahet olur. Bir de kuştan daha küçük olan bir şekil veya
bir yerde bulunduğu halde ayakta iken bakılınca organlarının ayrımı
belirsiz olan resim, namaz kılanın yanında bulunsa, keraheti
gerektirmez.
49) Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması ve
canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir
elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse, onunla namaz kılınmasında
kerahet yoktur.
Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin,
resim bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh
değildir.
Bilindiği gibi, öteden beri birçok kavimler, yalnız bir olan Allah’a
iman inancını bırakıp şirke düşmüşler ve tasarladıkları canlı
tanrılarının resim ve heykellerini yaparak onlara tapınmışlar, hürmet
göstermişler ve ibadethanelerini onlarla doldurmuşlardır.
Bugün madde yönünden pek yüksek görülen nice milletler de henüz
kendilerini böyle putlara tapmaktan kurtaramıyorlar. İslâm dini ise,
insanlara tevhid (yalnız bir Allah’a ibadet) inancını tebliğ edip
öğretmiştir. Allah’a ortak koşan kavimlerin bu putlara tapma hallerini
çok fazla kötülemiştir. Artık ezelî ve ebedî olan, her şeye hakim
bulunan bir yaratıcının varlığına inanan ve yalnız O’na ibadetle şeref
kazanan İslâm toplumunun bu putlara tapanlara karşı bir ayrılık nişanı
göstermesi gerekir. Yalnız bir Allah’a iman (tevhid) inancını daima
göstermek için mabedlerini ve namaz kılacakları yerleri, bu gibi puta
tapanları taklit ve onlara saygı anlamına gelecek şeylerden uzak
bulundurmaları bir görev gereğidir.
Gerçekten hiç bir müslümanın bu gibi resim ve heykellere tapınmak
hatırından geçmez. Fakat şu putperest milletlere karşı bir ayrılık eseri
göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden namazgahlarını uzak
bulundurmak dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir.
50) Namazın mekruhlarının bir kısmı “İmamet ve Cemaat” konusunda, bir
kısmı da “Kıraat ve Evkat-ı Salât” bölümünde ve diğer konularında yeri
geldikçe anlatılmıştır.
51) Yanılma olmaksızın ve sehiv secdelerini gerektirmeksizin keraheti
tahrimiye ile kılınan namazların iade edilmesi vacibdir. Fatiha sûresi
yerine kasden başka bir ayet okunarak kılınan namaz gibi…
Tercih edilen görüşe göre, kerahetle kılınan önceki namazla farz yerine
getirilmiş olup iade sureti ile kılınan namaz ise onun eksiklerini
tamamlayıcı yerine geçmiş bulunur.
Namazda Mekruh Olmayan Şeyler
1. Namazda çözülen kuşağı bağlamak
2. Meşgul etmemek şartıyla boyuna kılıç vb. takılı olması
3. Cepken giyenlerin, kollarını geçirmeksizin namaza durması
4. Mushafa veya kılıca karşı namaz kılmak
5. Muma veya kandile veyahut fanusa karşı namaz kılmak
6. Başın secdede üzerine gelmemesi şartıyla üzerinde canlı resim bulunan yaygıda namaz kılmak
7. Namazda yılan,akrep gibi tehlikeli hayvanları öldürmek
8. Rükuda vücuda yapışan elbiseyi,azanın belli olmaması için azıcık hareketle silkmek ve elbiseyi tozdan topraktan sakınmak
9. Gerektiğinde, yüz çevirmeksizin göz ucuyla bakmak
10. Yer pek ve sert olunca namazı döşek ve yaygı üzerinde kılmak
11. Sıcaklıktan veya soğukluktan veya zarar verici şeylerden korunmak için bir bez serip onun üzerinde secde yapmak
12. Nafile namazların iki rekatında da aynı sureyi okumak…mekruh olmaz
Namazı Bozan ve Bozmayan Şeyler
“Fesad” bozulma ve “İfsad” da, bozma demektir. Bunların karşıtı “Salâh
(Sıhhat)” ve “Islah” dır. İbadetlerde fesad ile “butlan” birdir. Fasid
olan bir ibadete “batıl” da denir. Bir şeyi bozan sıhhat halinden
çıkaran şeye de, “müfsid” denir. Çoğuluna “müfsidat” denir.
Bir namazın şart ve rükünlerinden biri bulunmamakla o namaz fasid
olacağı gibi, bu şart ve rükünler üzere başlanıldıktan sonra bazı
şeylerin bulunmasından dolayı da fasid olabilir. Namazı böyle bozan
şeylere “Müfsidat-ı Salât” adı verilir. Bunların bir kısmı daha önce
yeri geldiğinde anlatılmıştı.
Biz burada şart ve rükünleri ile başlanmış bir namazı bozacak şeylerin başlıcalarını yazacağız. Şöyle ki:
1) Namazda iki harfden ibaret dahi olsa, namaz kılanın işiteceği
derecede söz söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıd, yanılma, uyuma ve
hata halleri eşittir.
2) Bir hastalık sebebiyle veya bir malın ve bir arkadaşın kaybolması
gibi musibetten dolayı harfler belirecek şekilde sesle ağlamak veya “ah,
uh, eh” diye inlemek, “öf demek, yahut bir toza üflemek veya bir şeyden
bezginlik göstermek için “uf, tuh” demek namazı bozar.
Yüce Allah’ın korkusundan, cennet veya cehennemi hatırlamaktan dolayı
ağlamak, ah ve iniltide bulunmak namazı bozmaz. Kendini tutamayacak
derecede şiddetli hastalıktan dolayı bir ah ve inilti de namazı bozmaz.
3) Cemaattan biri, imamın okuduğu Kur’andan duygulanarak ağlasa veya
“evet” dese, bakılır: Eğer bu bir huzur ve huşu eseri ise, namazı
bozulmaz. Fakat sadece ses güzelliğinden lezzet duyma eseri ise namazı
bozulur.
4) Bir özür veya makbul bir sebeb bulunmaksızın “eh, eh…” diye boğazı
gürültü çıkararak temizlemek namazı bozar. Fakat zorlamayarak
kendiliğinden gelen bir öksürme, bir özür sayıldığından namazı bozmaz.
Sesi düzeltip güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu bildirmek
için veya kendi imamının bir kıraat hatasını düzeltmek için bunun
yapılmasında namaz bozulmaz. Çünkü bu boğaz temizliği doğru bir maksada
dayanmaktadır. Sahih olan görüş budur.
5) Aksıran kimseye namazda “Yerhamükallah” denilmesi ve başkasının
“Rahimekallah” demesi üzerine namazda “amin” denilmesi namazı bozar.
Fakat aksıranın kendi nefsine karşı “Yerhamükallah” demesi namazı
bozmaz. Yine, aksıran kimseye hamd etmesini hatırlatmak için namazda
“Elhamdü lillâh” denilmesi, sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü
bu sözün cevab yerinde olması benimsenmiş değildir. Bu yalnız bir
hatırlatmadan ibarettir.
6) Namazda “Allah” ismi işitilmekle “Celle Celâlüh” denilse veya
Peygamber Efendimizin şerefli ismi işitilmekle “sallallahu aleyhi ve
sellem” denilse, bakılır: Eğer bununla bir cevap kastedilmiş ise namaz
bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme kasdedilmişse, bozulmaz.
Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur.
7) Namazda şeytani bir vesveseden dolayı “Lâ havle ve la kuvvete illâ
billah” denilse, bakılır: Eğer bu vesvese ahiretle ilgili bir şey ise,
namaz bozulmaz. Fakat dünya ile ilgili bir şey ise, namaz bozulur. Çünkü
vesvese bir acıdır. Bu durumda dünyaya ait bir acıdan dolayı bu “Lâ
havle” sözü söylenmiş olur.
8 ) Namaz kılmakta olan kimse, kendisini çağırana veya içeriye girmek
için izin isteyene, namazda olduğunu anlatmak için “Elhamdü lillâh” veya
“Sübhanellah” dese veya okuyuşunu aşikâr yapsa, bununla namaz bozulmaz.
9) Kur’an-ı Kerim’in içinde veya hadis-i şeriflerde bulunan bir duayı
namaz içinde okumak, namazı bozmaz. Namazda: “Allahümme Ekremnî,
Allahümme en’im aleyye, Allahümme aslih emri, Allahümmerzuknî’l-afıyete,
Allahümmağfir lî ve livalideyye ve lilmüminine velmüminat” denilmesi
gibi…
Fakat: “Allahümmeğfir liammî, Allahümmeğfir lihalî” gibi bir dua,
namazı bozar. Çünkü, böyle bir dua Kur’anda ve hadislerde yoktur.
10) Namazda, insanların sözlerine benzer bir şekilde dua edilmesi ve
insanlardan istenilmesi imkansız olmayan bir şeyin Yüce Allah’dan
istenilmesi, namazı bozar. Allahümme at’imnî lahmen = Allah’ım bana et
yedir.” , “Allahümmekzi deyni = Allah’ım borcumu Öde,” ve
“Allahümmerzuknî zevceten = Allah’ım beni zevceyle rızıklandır” diye dua
edilmesi gibi…
11) Namazda bir kimseye dil ile selam vermek veya başkasının selamını
dil ile almak veya tokalaşarak selamlaşmak namazı bozar. Sadece Aleyküm
denilmesi veya yanılarak selam alınması da böyledir.
12) Namazda el ile veya baş ile selam alınsa, sorulan veya istenilen
bir şey için baş, göz ve kaş ile işarette bulunulsa, namaz bozulmaz.
Fakat bir namaz kılana: “ileri git, yanında namaz kılacak kimseye yer
ver” denilip, o da bu emre uyarak hareket etse, namazı bozulur. Çünkü
namaz içinde Allah’dan başkasının emrine uymuş olur. Fakat kendiliğinden
biraz çekilerek namaz kılacak kimseye safda yer vermesi namazı bozmaz.
13) Namaz içinde çok sayılan iş ve hareket, namazı bozar. Az sayılan iş
bozmaz. Şöyle ki: Namaza ve namazı düzeltmeye ait olmayan ve çok
hareket sayılan bir hareket namazı bozar. Çok iş ve hareket o işdir ki,
onu işleyen kimseyi dışardan bir kimse gördüğü zaman, namazda
olmadığından şübhe etmez. Bunun karşıtı az iştir ki, sahibini gören,
onun namazda olup olmadığından şübheye düşer.
Örnek: Namaz kılmakta olan bir kimse, yerden bir taş alarak kuş veya
benzeri bir şeye atacak olsa, namazı bozulur. Çünkü bu hareketi çok
harekettir. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa,
namazı bozulmaz. Çünkü bu bir az işdir. Ancak namaz içinde başka bir şey
ile uğraştığından dolayı günah işlemiş olur.
14) Bir kimse namazda, kendi imamından başka bir kimsenin okuduğu
Kur’andaki yanlışlığı veya takıldığı yeri düzeltse namazı bozulur. Çünkü
bu hareket bir öğretme ve öğrenme sayılır. Öğretme ve öğrenme ise, çok
harekettir. Fakat kıraat maksadı ile okuyup da bunun sonunda o kimse
için düzelme hasıl olsa, namazı bozulmaz.
Yine, kendi imamı için düzeltme yapsa, namazı bozulmaz. İmamın yeteri
kadar Kur’an okumuş olması fark etmez. Çünkü bu aynı namazı düzeltmeye
aitir. Fakat namaz kılan bir kimse, kendisi ile beraber aynı namazda
olmayan kimsenin okuyuşunu düzeltirse, namazı bozulur, çünkü bu bir
öğretme sayılır.
15) Bir kimse namazda iken vücudunu bir kere veya arka arkaya iki kere
veya değişik rekatlarda birer, ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz.
Fakat bir rekatta birbiri ardınca üç defa kaşısa, bozulur. Ancak bir
organını, elini tekrar kaldırmadan birkaç defa kaşıması, bir defa kaşıma
sayılır.
16) Namazda bir özür olmaksızın birbiri ardınca hiç durmadan en az üç
adım atmak namazı bozar. Yine, bir şahsın çarpması üzerine, namaz
kılanın elinde olmayarak yerden üç adım kadar yürümesi de namazı bozar.
Namaz kılınan yerden tutup çıkarılmak da böyledir, namaz bozulur.
17) Namazda tekrarlama yapılmaksızın bir el ile baştan sarığı veya
giysiyi kaldırıp yere koymak veya bunları yerden kaldırıp başa koymak,
namazı bozmaz. Fakat bunları yerden kaldırıp başa koymak çok iş ve
harekete muhtaç olursa, namazı bozar.
18 ) Namaz kılmakta olanın bir kimseye bir el veya bir kamçı ile
vurması, namazı bozar. Çünkü bu, çok iş ve harekettir. Fakat hayvan
üzerinde namaz kılanın bu hayvana arka arkaya üç defa vurması, namazını
bozarsa da, bir veya iki defa vurması bozmaz. Sahih olan görüş budur.
Yine, hayvanın yürümesi için, bir ayağı iki defa hareket ettirmek
namazı bozmaz. Fakat iki ayağı hareket ettirmek bozar, iki ayak, iki el
yerinde sayılır.
19) Namazda iken hayvana binmek, namazı bozar, fakat namazda iken hayvandan inmek bozmaz.
20) Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı bozar.
Fakat ayağındaki ayakkabılarını ayaktan kolayca çıkarıvermek, namazı
bozmaz.
21) Bir kimse yanılarak veya kasden bir buğday tanesi yese, bir damla
su içse, gözüne sürme çekse, bedeninin herhangi bir yerine yağ sürse,
baş ve sakalının saçlarını tarasa veya örse namazı bozulur. Çünkü bunlar
birer çok iştir. Fakat bir elinde bulunan yağı veya benzerini diğer
eline almaksızın başına veya başka bir organına sürse, bununla namazı
bozulmaz. Çünkü bu az bir iştir.
22) Namazda çocuğu alıp emzirmek namazı bozar. Namaz kılmakta olan bir
kadının memesini çocuk kendi başına tutup emecek olsa bakılır: Eğer süt
çıkmaksızın bir iki defa emmiş olursa, namaz bozulmaz. Fakat süt çıkarsa
veya süt çıkmaksızın iki defadan çok emerse, namaz bozulur.
23) Namaz içinde bulunan bir erkeği, zevcesinin öpmesi veya okşaması
ile namazı bozulmaz. Ancak erkeğin şehveti uyanırsa, bozulur. Fakat bir
kadının namazı, kocasının kendisini şehvetle okşaması ile veya ister
şehvet olsun, ister olmasın öpmesiyle bozulur. Çünkü cinsel yaklaşma
konusunda kocanın hareketi asıldır.
24) Bir kimse namazda iken, gözüne karşı gelen bir kitaba yalnız baksa
yahut ne yazılmış olduğunu anlamak için bir göz atsa, sahih olan görüşe
göre, namazı bozulmaz. Fakat karşısında bulunan bir Kur’an”ı Kerim’den
yahut yazıları bulunan bir mihrabdan Kur’an-ı Kerim ayetlerini okuyacak
olsa, bakılır: Eğer okuduğu ayetler, onun ezberinde idi ise, namazı
bozulmaz. Fakat ezberinde yoktu ise, en az bir ayet okuyunca namaz
bozulur; çünkü bu, bir öğrenme demektir. Bu mesele İmamı Azam’a göredir,
iki imama göre, ziyade okumakla da bozulmaz. Ancak böyle bir okuma
mekruhtur. Bunda, kitab ehline (Yahudi veya Hıristiyanlara) bir benzeyiş
vardır.
25) Bir maksada bağlı olmayarak kalbe gelen kuruntular ve işler namazı
bozmaz. Onun için, bir kimse namaz içinde dili ile söylemeksizin
düşüncesi ile bir şiir veya bir hutbe düzenleyecek olsa, günah işlemiş
olur. Çünkü böyle yapan kimsenin kalbi, namazda başka şeyle uğraşmış
olur. Bununla beraber namazı bozulmaz.
26) Namaz kılmakta olan bir kimse, kaç rekat namaz kıldığına dair olan
bir soruya cevab olarak elinin parmaklarını gösterecek olsa, namazı
bozulmaz. Yine üç kelimeden az olmak üzere yazı yazsa, namazı bozulmaz.
Ancak görenler, onun namazda olmadığını sanırlarsa, namazı bozulur.
27) Cemaatle namaz kılan kimse, bir özür sebebiyle, diğer bir görüşe
göre de özürsüz de olsa, ön tarafa, sağ veya sol tarafa yahut kıbleden
yüzünü çevirmeksizin arka tarafa bir rükün mikdarı, dura dura birer saf
kadar gitse, mescidden çıkmadıkça veya kırda ise, saflardan ayrılmadıkça
namazı bozulmaz. Çünkü mescidde ve sahrada safların bulunduğu kısım,
tek bir yer sayılır. Bunun için kırda namaz kılanın ön tarafında saf
bulunmazsa, secde yerinin önüne geçmesi ile namazı bozulur. Yine tek
başına namaz kılanın da, secde yerini geçmesi ile namazı bozulur.
Kadınlar için evleri, bir görüşe göre mescid, diğer bir görüşe göre kır
hükmündedir.
28 ) Ağız dolusundan az olan bir kusuntu, elde olmayarak yutulursa, bununla namaz bozulmaz.
29) Namazda olan bir kimse, göğsünü özürsüz olarak kıbleden döndürse,
namazı bozulur. Fakat bir organdan kan çıkmak gibi bir sebeble
abdestsizlik meydana geldiğini yanlışlıkla zannetse de kıbleye arka
çevirecek olsa, mescidden çıkmadıkça namazı bozulmaz. Fakat bu adam imam
olur da yerine başkasını geçirirse, namaz bozulmuş olur.
30) Namazda bulunan kimseden burun kanaması veya kusuntu gibi, istekle
olmayan abdesti bozacak bir şey meydana gelse, o kimse serbest olur:
Dilerse abdest alıp yeniden namaz kılar. Buna namaza yeniden başlama
(istinaf-ı salât) denir. Faziletli olan da budur. Dilerse, namaza aykırı
hiç bir şeyle uğraşmaksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır ve tek
başına idiyse, bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlamış
bulunduğu yerde namazının geri kalan kısmını tamamlar. Bir imama uymuş
idiyse, evvelki yerine dönüp orada namazını tamamlar. İmama uymanın
sıhhatine engel olacak bir yerde durup oradan tekrar imama uyamaz. Ancak
cemaatla kılınan namaz bitmiş olursa, o zaman yalnız başına namaz kılan
gibi hareket eder. Bu namaz kılışa da, başlanan namaza devam (bina-i
salât) denir. Böyle bir kimse abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa
gitse veya gidip gelirken Kur’an okusa veya bu arada avret yeri açılsa,
artık namazı bina edemez (başladığı namazdan geri kalan kısmı kılamaz).
Yeniden namaz kılması gerekir. (Lâhik bölümüne bakılsın.)
31) Namazı bozulan bir imamın, kendi yerine başkasını geçirmesi
ittifakla caizdir. Şöyle ki: Bir imama, namaz kılarken burnu kanamak
gibi (semavî) bir abdestsizlik gelse, cemaat içinden imam olmaya
elverişli bir kimseyi işaretle veya elbisesinden tutarak mihraba
geçirir. İmamla beraber yalnız bir kişi bulunmuş olsa, bu kimse imamete
ehil ise, imamlığa geçmesi kararlaşmış olur. İmam böyle yerine bir adam
geçirmeksizin mescidden çıksa veya sahrada ise safları geçmiş olsa,
cemaatın namazı bozulur, imam tek başına namaz kılan hükmünde kalır.
Dilerse abdest alıp namazı bina eder (bıraktığı yerden tamamlar),
dilerse yeniden namazını kılar. Bu istihlâf (yerine başkasını geçirme)
konusunda cemaatın bilgisi yoksa, istihlâf cihetine gidilmeyip namazın
yeniden kılınması daha faziletlidir. Çünkü bu durumda namazın
bozulmasını gerektiren bazı haller olabilir.
32) Dişlerin arasında kalmış olan bir kırıntı namaz içinde yutulsa,
bakılır: Eğer en az nohut mikdarı ise namazı bozar. Bundan küçük ise
namazı bozmaz.
33) Ağızda bulunan bir şeker parçasının, namazda çiğnenmediği halde
tadı boğaza gitse, namazı bozar. Fakat namazdan önce yenmiş bir yemeğin
ağızda kalmış olan tadı, namaz içinde tükürükle boğaza gitse, bununla
namaz bozulmaz.
34) Namazda sakız veya Hindistan cevizi gibi bir şey, arka arkaya üç
kez çiğnenecek olsa, namaz bozulur. Yutulmasa da böyledir. Fakat
çiğnenmediği halde bunun küçük bir parçası boğaza gidecek olsa, bundan
namaz bozulmaz.
35) Namaz içinde bayılma ve çıldırma halleri namazı bozar.
36) Dört rekatlı bir namazı bilmemezlikle iki rekat sanarak birinci
oturuştan sonra selam veren kimsenin namazı bozulur. Yatsının farzını
teravih, öğlenin farzını cuma veya sabah namazı zannederek birinci
oturuşta selam verilmesi de böyledir. Fakat yanılarak böyle bir selam
vermekle namaz bozulmaz.
Sehiv (Yanılma) Secdeleri ile İlgili Meseleler
-Sehiv secdeleri, bir namazın ( farzların
geciktirilmesinden),vaciblerinden birini yanılarak terk etmekten veya
geciktirmekten dolayı, o namazın sonunda yapılması gereken iki secde ile
teşehhüdden, salavat ve duaları okumaktan ibarettir. Şöyle yapılır: Son
oturuşta yalnız “Tahiyyat” okunduktan sonra iki tarafa selam verilir.
Ondan sonra “Allahü Ekber” denilerek secdeye varılıp üç kez “Sübhane
Rabbiye’l-ala” okunur. Ondan sonra “Allahü Ekber” denilerek kalkılır.
Bir tesbih mikdarı duraklamadan sonra tekrar “Allahü Ekber” deyip ikinci
secdeye varılır. Yine üç kez “Sübhane Rabbiye’l-ala” okunduktan sonra
“Allahü Ekber” denilerek kalkılır ve oturulur. Tahiyyat ve Salavatlarla
“Rabbena atina” okunup önce sağ tarafa, sonra sol tarafa selam verilir.
Yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdelerinin yapılması
daha faziletlidir, ihtiyata uygundur. Bundan dolayı cemaatla kılınan
namazlarda cemaatın yanlışlıkla dağılmaması için, yalnız sağ tarafa
selam verdikten sonra sehiv secdesi yapılması tercih edilmiştir.
-Sehiv secdeleri vacibdir. Bilindiği gibi, gerek farz, gerek vacib veya
sünnet olan herhangi bir namazın kıraat, rükü ve sücud gibi farzları ve
Fatiha, Sure ilavesi, sırayı gözetme gibi vacibleri, Kadelerde
(oturuşlarda) salavatları okumak gibi sünnetleri vardır. Bunun için
bunları gözetmek gerekir ki, namaz tam olarak kılınmış olsun.
O halde farz olsun, olmasın herhangi bir namazda bir farzın kasden veya
sehven terk edilmesi, o namazın yeniden kılınmasını gerektirir. Böyle
büyük bir noksanı gidermek için sehiv secdeleri yeterli değildir.
Bir vacibin kasden terki veya geciktirilmesi bir günahtır. Bundan
dolayı sehiv secdeleri gerekmez, böyle bir namazı iade etmek uygundur.
Bir vacibin sehven terk edilmesi veya geciktirilmesi, sehiv secdelerini
gerektirir. Bu şekilde o noksan düzeltilmiş olur. Bir sünnetin kasden
veya sehven terk edilmesi, sehiv secdelerini gerektirmez. Fakat kasden
terk edilmesi bir kusurdur. Sevab ve faziletten mahrum olmayı
gerektirir.
(Malikilere göre sehiv secdeleri sünnettir. Şafiî’lere göre de
sünnettir. Ancak imam sehiv secdelerini yaparsa, cemaatın imama uyması
vaciptir. Hanbelilere göre sehiv secdeleri bazan vacib, bazan sünnet ve
bazan da mubah olur. Namazın terk edilen bir sünnetinden dolayı
yapılacak sehiv secdelerinin mubah olması gibi…
Namazla ilgili Kur’an Ayetleri
1. “Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
Ankebût sûresi (29), 45
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ
الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ
أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Âyet-i kerîmenin tamamının anlamı şöyledir: “Sana vahyedilen kitabı oku
ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.
Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.”
Âyette hayasızlık ve kötülük diye tercüme edilen “fahşâ” ve “münker”
kelimelerinin anlamı daha kapsamlıdır. Fuhşiyat, açıktan ve alenî
işlenilen bütün çirkinlikleri, edepsizlikleri ve ahlâk dışı davranışları
ifade eden bir kelimedir. Münker de, aklın ve şerîatın beğenmediği
bütün uygunsuz davranışları ve günahları ifade için kullanılır.
Öncelikle namaz içinde böyle şeyler yapılmaz, onun gerektirdiği bütün
edeplere uyularak namaz kılınır. Gerçekten şuurla ve hakikatına
erilerek, farkında olunarak, ne olduğu bilinerek kılınan bir namaz,
namaz dışında da insanı her türlü çirkinlikten, uygunsuz davranıştan,
edep dışı hareketlerden alıkoyar. Onun için Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Kim namaz kılar da o namaz kendisini hayasızlıktan ve kötülükten
alıkoymazsa, o namaz olsa olsa onun Allah’tan daha fazla uzaklaşmasını
sağlar” buyurmuştur (Münâvî, Feyzü’l-kadîr, VI, 221). Kur’an’ın namazla
ilgili birçok âyeti vardır. Nevevî’nin konuyla ilgili olarak sadece bu
âyetle yetinmesinin sebebi, onun kapsayıcılığından olsa gerektir.
2. “Namazlara, özellikle orta namaza devam ediniz.”
Bakara sûresi (2), 238
حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Beş vakit namazı eksiksiz kılmak ve bunu ara vermeksizin yapmak
gerekir. Çünkü âyetteki muhafaza kelimesi namazların eksiksiz, en
mükemmel şekilde ve vaktinde kılınması gibi özellikleri kapsamına alır.
Ayrıca bütün rükünlerini ve şartlarını da yerine getirerek namaz
kılmamız icap eder. Zira âyetin devamındaki “Allah için boyun eğerek
kalkın namaza durun” emri bunu gerektirir. Burada geçen kunut tabiri,
taati, huşûu, boyun eğmeyi ve ayakta durmayı ifade eder ki, dilimizde
buna divan durmak denir. Peygamberimiz: “Namazın en faziletlisi kunutu
uzun olandır” buyurmuştur (Müslim, Müsâfirîn 164-165).
Orta namaz dediğimiz salât-ı vustânın hangi vaktin namazı olduğu
hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de, genel kabul gören ikindi
namazı olduğudur. Sahâbeden Hz.Ali, İbni Mes’ûd, Ebû Eyyûb, İbni Ömer,
Semüre İbni Cündeb, Ebû Hüreyre, İbni Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî, Hz.Âişe
ve daha birçokları salât-ı vustânın ikindi namazı olduğu görüşündedir.
Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, bir görüşünde İmam Şâfiî ve Ahmed İbni Hanbel de
aynı kanaattedirler. Hz.Ömer, Ebû Mûsa ve Muâz’ın da aralarında
bulunduğu bazı sahâbîler ise sabah namazı olduğunu söylemişlerdir. Bazı
sahâbîlerin öğle namazı, bazılarının akşam, bazılarının da yatsı namazı
dedikleri nakledilir. Hatta bu görüşler cuma namazından bayram namazına
kadar uzanan bir çerçeveye oturtulmaya çalışılır. Bunların her biri
üzerinde duracak değiliz. Fakat Peygamber Efendimiz’in: “Orta namaz
ikindi namazıdır” hadisi (Tirmizî, Salât 19) ve Ahzab harbi gününde:
“Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular. Allah onların
evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun” (Müslim, Mesâcid 205)
buyurması,”ikindi namazıdır” diyenlerin delilini teşkil etmektedir. Ayrı
namazlar olduğunun ifade edilmesi de, bütün namazların korunması ve
hiçbirinin ihmal edilmemesi gerektiğini ortaya koyar. Nitekim âyetin
başında bütün namazları muhafaza ediniz emrinin yer alması bunun en
kesin delilidir.
3. “Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın.”
Tevbe sûresi (9), 5
فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ
حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ
كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ
الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Bu ayetin tamamının anlamı şöyledir: “Haram ayları çıkınca Allah’a
ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve
her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tövbe ederler,
namazı kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah
bağışlayan, esirgeyendir.”
İnsanın mü’min olmasının en önemli göstergelerinden biri namazdır.
Namaz kılan insana âyette geçen muamelelerin hiçbiri yapılmaz. Bu âyetin
hükmü müşrik Arapları kapsamaktadır. Onlar iman edip namaz kılmayı ve
zekât vermeyi kabul edince, daha önce yapmış oldukları şeyler, küfür ve
haksızlıklar bağışlanır. Çünkü İslam insanın geçmişini örter, kişi âdeta
hayata yeni başlamış ve dünyaya yeni gelmiş gibi muamele görür.
4. “Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”
Cum’a sûresi (62), 10
فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِن
فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Cuma namazından önce ve sonra kılınacak sünnet namazlar hakkında 101
numaralı hadiste bilgi verilmiştir. Bu âyet-i kerîmenin bulunduğu Cuma
sûresinin dokuzuncu âyetinde cuma ezanı okununca, işi gücü bırakıp
Allah’ı anmak üzere cuma namazı kılınması gerektiği belirtilmekte,
açıklamakta olduğumuz yukarıdaki onuncu âyette de cuma namazını
kıldıktan sonra herkesin tamamen serbest olduğu, dilediği şekilde
hareket edebileceği ifade edilmektedir. Diğer bir söyleyişle, cuma
namazını kılan kimsenin bu görevini yerine getirmiş olduğu, şayet
ticaretinin başına dönmek istiyorsa dönebileceği, ilim öğrenmek
istiyorsa tekrar kitaplarının başına oturabileceği, ibadet etmek
istiyorsa dilediği şekilde ibadet edebileceği, hatta dinlenmek istiyorsa
dinlenebileceği ortaya konmaktadır. Âyet-i kerîmedeki “yeryüzüne
dağılın” ifadesi kesin bir emir değildir. Artık herkesin dilediğini
yapmakta serbest olduğu yönünde bir açıklamadır.
Âyet-i kerîmenin devamındaki “Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa
eresiniz” buyruğu, cuma namazı kılanlara bir hatırlatma ve uyarı
mâhiyetindedir. Yüce Rabbimiz bu kısa ve özlü tavsiyesi ile bize şöyle
demektedir:
Siz cuma namazını kılmakla bir görevi yerine getirdiniz, artık dağılıp
gidebilirsiniz; ama kendinizi büsbütün dünyaya kaptırmayın. Kalbinizi
devamlı surette canlı ve uyanık tutabilmek için işinizin başında veya
evinizde iken yahut bir yere gelip giderken Allah’ın adını anıp
zikrederek, zaman zaman Kur’an okuyarak, nâfile namazlar kılarak,
Allah’ın kullarına ve diğer mahlûkatına iyi davranıp hizmet ederek,
O’nun size esirgemeden verdiği lütufları düşünerek Cenâb-ı Hakk’ı her
fırsatta anıp zikredin. Böyle davranırsanız Allah’ın rızâsını
kazanabilir ve dolayısıyla kurtuluşa erebilirsiniz.
5. “Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere,
nâfile namaz kıl; ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama
ulaştırır.”
İsrâ sûresi (17), 79
وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz’den, gecenin bir kısmında uykudan
kalkması ve namaz kılması istenmektedir. Arapçada geceleyin uykudan
uyanarak namaz kılmaya teheccüt dendiği için bu namaza da teheccüt
namazı adı verilmiştir.
Peygamber Efendimiz bütün gece uyumayıp namaz kılan sahâbîlerini ikaz
etmiş, bunun vücudu yorgun düşüreceğini dikkate alarak bütün gece ibadet
etmeyi doğru bulmamıştır. 152 numaralı hadiste geniş bir şekilde ele
alındığı üzere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem genç sahâbîsi
Abdullah İbni Amr İbni Âs’ın kendini hırpalarcasına ibadet etmesini
yasaklamıştır.
Âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre teheccüt namazı sadece Peygamber
Efendimiz’in şahsına mahsus bir ibadettir. Bu ibadetin Resûlullah için
fazladan bir fazilet yani mendup ve nâfile olduğunu söyleyen âlimler
vardır. Onları böyle düşünmeye sevk eden, Peygamber aleyhisselâm’ın
geçmişte kalan ve ileride işlenmesi mümkün görülen bütün günahlarının
bağışlanmasıdır. Ümmeti için durum elbette farklıdır. Gece namazı
onların günahlarına kefâret ve bağışlanmalarına sebep olur. Bazı âlimler
ise teheccüt namazı denilen gece namazının Peygamber Efendimiz için beş
vakit namaz üzerine ilâve edilmiş fazladan bir farz olduğunu
söylemişler, bu özel farz ile onun ümmetine olan üstünlüğünün bir kere
daha pekiştirildiğini belirtmişlerdir.
Âyette “Ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır”
diye belirtilen makâm-ı mahmûd, hamd, minnet ve teşekkürlerini sunma
makamı demektir. Bu yüce makam Resûl-i Ekrem Efendimiz’e mahsustur.
Kıyamet gününde her ümmet, diğer bir ifadeyle bütün beşeriyet
Resûlullah’ın şefaatıyla mahşerdeki o korkunç bekleyişten bir an önce
kurtulmak isteyecekler, kurtulur kurtulmaz da ona bu lütuf ve
şefâatinden dolayı şükranlarını sunacaklardır. Makâm-ı mahmûd’un,
makâm-ı şefaat olduğu söylenebilir.
6. “Vücutları yatak yüzü görmez.”
Secde sûresi (32), 16
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Vücutlarının yatak yüzü görmediği belirtilen kimseler, geceleyin kalkıp
Allah rızâsı için ibadet eden, namaz kılan, dua eden kimselerdir. Bu
âyet-i kerîmenin tamamı şöyledir:
“Korkuyla ve ümitle Rablerine yalvarıp ibadet ettikleri için vücutları
yatak yüzü görmez. Kendilerine verdiğimiz nimetlerden Allah yolunda
harcarlar.”
Geceleri kalkıp ibadet eden kimselerin mükâfatı yukarıdaki âyetin devamında (17 numaralı âyette) şöyle belirtilmektedir:
“Yaptıklarına karşılık olarak onlar için kendilerini mutlu edecek ne güzel nimetler hazırlanıp saklandığını bilemezler.”
Âyet-i kerîmede bu mükâfatın büyüklüğünü hiç kimsenin tahmin ve hayal
edemeyeceği belirtilmektedir. Onun ne muazzam ve erişilmez bir mükâfat
olduğunu sadece Cenâb-ı Hak bilir. 1884 numaralı hadiste geleceği üzere
Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ’nın has kulları için hazırladığı bu
mükâfatı hiçbir gözün görmediğini, hiçbir kulağın duymadığını, bu büyük
lutfun hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçmediğini söylemiştir.
İbadet ve tâatla meşgul oldukları için vücutları yatak yüzü görmeyen bu
bahtiyar insanlardan, aşağıdaki âyette şöyle söz edilmektedir:
7. “Geceleri pek az uyurlar.”
Zâriyât sûresi (51), 17
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Âyet-i kerîmenin baş tarafından itibaren cenneti kazanmış muttakî
insanların özellikleri sayılmakta, bu özelliklerden birinin, dünyada
iken geceleri teheccüt namazı kılmak için pek az uyumaları, zamanlarını
Allah’a ibadet ve dua ile geçirmeleri olduğu belirtilmektedir. Bir
sonraki âyette onların bu ibadetlerinin seher vakitlerine kadar devam
ettiğine işaretle “seher vakitlerinde bağışlanma diledikleri”
söylenmektedir.
Hayatın fâni, ömrün kısa, dünyanın gelip geçici olduğu unutulmamalı,
sağlığın ve gençliğin pek çabuk tükenen birer sermâye olduğu göz ardı
edilmemelidir. Geceleri kalkıp ibadet ve dua etmek nefsimize hoş
gelmediğinden, tembelliğimize kılıf bulmak için bin dereden su
getirmekteyiz. Halbuki bize ömür sermayesini lütfeden Allah Teâlâ, başka
âyetlere bakmasak bile, yukarıdaki üç âyette, iyi kullarının
özelliklerinden birinin geceleri ibadet etmek için yatağını terk etmek
olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim hepimize ibadet zevki nasip eylesin
(âmin).
Namaz farz, vacip ve sünnetlerine bağlı kalınarak nasıl kılınır? Namazda iftitah tekbiri – Vitir namazı
Namazda iftitah tekbiri nasıl alınmalı,
Araplarla bizim tekbirimiz neden farklı? Arap kardeşler, ellerini göğüs
üzeri kaldırıp omuz hizasına kadar, hanımların tekbir alışına benzer
tekbir alıyorlar, baş parmağı kulaklara kadar kaldırmadan..
İftitah tekbirini alırken yapılan farklı uygulamalar mezhep farkından
kaynaklanmaktadır. Bunlar da Peygamber Efendimizin ( asm) uygulamalarına
dayanmaktadır. Bu nedenle her Müslüman kendi hak mezhebine göre
ibadetlerini yapmalıdır.
İftitah tekbiri almak namazın farzlarındandır. Ancak bu takbiri alırken
elleri kaldırmak sünnettir. Erkekler, ellerini, başparmakları kulak
yumuşaklarına değecek kadar, kadınlarsa ellerini parmak uçları
omuzlarına kavuşacak şekilde göğüslerinin hizasına kadar kaldırıp o
vaziyette Allâhü Ekber derler. Bu esnada parmakların normal şekilde açık
bulunması ve avuç içlerinin de Kâ`be`ye dönük bulunması gerekir.
Ellerin kaldırılması hususunda, bâzı âlimler, tevhide işarettir
demiştir. Bâzıları, dünya işlerini arkaya atıp bütün varlığıyla kıbleye
ve namaza yönelmek içindir demiştir. İbn-i Ömer ( ra)`den rivayet edilir
ki :
“Namaza başlarken el kaldırmak, namazın zinetidir ( süsüdür). Her kaldırışta on sevap vardır. Her parmağa bir sevab düşer.”
İftitah “başlamak, kapıyı açıp girmek” anlamındadır. İftitah tekbiri (
tahrîme), namaza başlarken alınan tekbir olup “Allahü ekber” cümlesini
söylemektir. İftitah tekbiri, bütün mezhep imamlarına göre farz olmakla
birlikte Hanefî imamlar bunu rükün değil şart olarak, diğer üç mezhep
imamı ise rükün olarak değerlendirmiştir. İftitah tekbiri Hanefî
mezhebinde rükün değil şart olmakla birlikte, rükünlere çok yakın oluşu
sebebiyle, bir rükün gibi değerlendirilmesi ve rükünler arasında ele
alınması yanlış olmaz.
İftitah tekbirinin şart veya rükün kabul edilmesi şeklindeki görüş
ayrılığının pratik sonucu şudur : Bir kimsenin setr-i avret, necâsetten
tahâret veya istikbâl-i kıble şartını, iftitah tekbirinden sonra yerine
getirmesi durumunda kıldığı namaz, iftitah tekbirini şart sayanlara göre
geçerli, rükün sayanlara göre ise geçersizdir. Söz gelimi kolu başı
açık olarak tekbir alıp namaza duran bir kadın iftitah tekbirinden sonra
kolunu başını örtse Hanefî imamlara göre namazı geçerli, ötekilere göre
geçersizdir.
Bilen ve söylemekte güçlük çekmeyen kişi iftitah tekbirinde “Allahü
ekber” demelidir. Allah’ı yüceltme, O’nun büyüklüğünü ikrar anlamı
taşıyan “Allahü kebîr”, “Allahü azîm” gibi başka sözlerle tekbir
alındığında, farz yerine gelmiş olur. Fakat “estağfirullah” ( Allah’tan
bağışlanmak dilerim) veya “bismillah” gibi dua anlamı taşıyan ifadelerle
tekbir alınacak olursa farz yerine gelmiş olmaz. Yine bir kimse Arapça
dışında bir dilde tekbir getirecek olsa, Ebû Hanîfe’ye göre bu da
yeterlidir.
Hz. Peygamber ( asm)’in tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar
kaldırdığına dair rivayet bulunduğu gibi, kulak hizasına veya
kulaklarının üstü hizasına kadar kaldırdığına dair rivayetler de vardır.
Bu rivayetlerin birleştirilmesi durumunda, tekbir alırken başı hafifçe
öne eğerek başparmak kulak memesine değecek şekilde elleri kaldırmanın
uygun olduğu belirtilmiştir.
Şafii ve Malikilere göre omuzların hizasına kadar kaldırmak adab ve faziletten kabul edilmiştir.( Zuhayli, II, 14)
Hanefilerde esah olan görüşe göre elleri kaldırmanın zamanı tekbirden
öncedir. Yani önce eller kaldırılıp sonra tekbir getirmektir. Niyet
eller kaldırılmadan önce getirilir. Eller kaldırıldıktan sonra tekbir
almadan hangi namazı kılacağını bilmek de niyet yerine geçer.
Namaza başlamadan önce niyet etmek farzdır. Ancak bunu dil ile söylemek
şart değildir. Namaz hususunda niyet, Allah rızası için namaz kılmayı
dilemek ve kılınacak namazın hangi namaz olduğunu bilmek ve içinden
geçirmek demektir.
İftitah tekbiri alırken ellerin kulak hizasına kadar kaldırılmasıyla ilgili rivayetler :
Abdulcebbar b. Vail ( r.a), babasından naklederek şöyle diyor :
“Rasûlullah ( s.a.v)’in arkasında namaz kıldım. Namaza başlayacağında
tekbir alır, ellerini kulakları hizasına kadar kaldırır, sonra Fatiha
sûresini okuyor, Fatiha bitince ‘Amîn!..’ diyordu. Âmîn derken sesini
yükseltiyordu.” ( İbn Mâce, İkametü’s Salat : 14; Dârimi, Salat : 38 )
Abdulcebbar b. Vail ( r.a), babasından naklederek, babası Vail,
“Rasûlullah ( s.a.v)’i namaza başlarken ellerinin baş parmaklarını
kulak memelerinin hizasına kadar kaldırdığını gördüğünü söyledi.” (
Dârimi, Salat : 31; Ebû Davud, Salat : 116).
Namaz farz, vacip ve sünnetlerine bağlı
kalınarak nasıl kılınır? Bütün namazların baştan sona nasıl kılınacağını
açıklamalı olarak öğrenebilir miyim?.
Namaz hocası gibi küçük kitaplarda bu gibi malumatlar güzel bir şekilde
izah edimiştir. Böyle bir ilmihal kitabı alarak namaz konusunda neleri
öğrenmeniz gerektiğine bakabilirisniz.
Sabah Namazının Kılınışı :
Sabah namazı iki rek’at sünnet, iki rek’at da farz olmak üzere dört rek’attan ibarettir. Önce sünnet kılınır.
Şöyle ki : Namazın şartlarının hepsi yerine getirildikten sonra,
kıbleye dönülüp sabah namazının sünnetini kılmaya kalben niyet edilir.
Dil ile de yavaşçacık : “Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının
sünnetini kılmaya” denilir. Bundan sonra, eller kulakların hizasına
kadar kaldırılıp, başparmaklar kulak yumuşağına değdirilir. Ve avuç
içleri Kâbe’ye dönük şekilde parmak araları açılır ve “Allahü Ekber”
denilerek iftitah tekbiri alınır. Tekbir alındıktan sonra sağ el ile sol
elin bileği tutularak, eller göbeğin altına konur. ( Kadınlar ise
tekbir alırken ellerini omuz hizasına kaldırıp göğüsleri üzerine
bağlarlar. Sağ eli sol elin üzerine koyarlar.
Eller de bu şekilde bağlandıktan sonra, önce “Sübhâneke” okunur. Sonra
“Eûzü-Besmele” çekilerek “Fâtiha-i Şerîfe” sonuna kadar okunup “amin”
denilir. Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre okunur. Böylece namazın kıyam ve
kırâet rükünleri tamamlanmış olur. Kırâet bitince eller yanlara
salıverilir ve “Allahü Ekber” denilerek rükû’a gidilir. Rükû’da parmak
araları açık olarak ellerle dizkapakları tutulur. Sırt ve bel yere
paralel olarak düz hâle getirilir. Ayaklar da bükülmeden dik tutulur.
Rükûda iken üç kere “Sübhâne rabbiye’l-azîm” denir. ( Rükû’ hâlinde
kadınlar parmak aralarını açmazlar ve dizlerini tutmazlar, sadece
ellerini dizler üzerine koyarlar. Ayrıca dizlerini de dik değil bükük
bulundururlar. Yere paralel olacak şekilde eğilmelerine de lüzum
yoktur.)
Sonra “Semiallahü limen hamideh” diyerek rükû’dan kalkılır. Ayakta iken
“Rabbenâ leke’l-hamd” denir. Sonra “Allahü Ekber” denilerek secdeye
kapanılır. Secdeye inerken önce dizler, sonra eller konur. Baş da eller
arasına konarak alın ve burun yere yapıştırılır. Secdede el ve ayak
parmakları kıbleye dönük tutulur. ( Kadınlar secdede kollarını yanlarına
ve uyluklarını karınlarına yapıştırır ve yere doğru alçalır ve
yapışırlar.) Secdede üç defa “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ” denir. Sonra
“Allahü Ekber” diyerek secdeden kalkılıp bir kere “Sübhânallah” diyecek
kadar oturulur. Sonra tekrar “Allahü Ekber” denilerek aynı şekilde
ikinci bir secde yapılır. İkinci secdenin tesbihleri söylendikten sonra
“Allahü Ekber” denilerek tekrar ayağa kalkılır. Böylece birinci rek’at
bitmiş ikinci rek’ata kalkılmış olur.
İkinci rek’atta sadece “Besmele” çekilerek “Fâtiha ve zamm-ı sûre”
okunur. YukarIda tarif ettiğimiz şekilde rükûa ve secdeye gidilir.
İkinci secdeden sonra sol ayak yere yayılıp üstüne oturulur. Sağ ayak
ise parmakları kıbleye dönük şekilde içeri kıvrılır. Eller uyluklar
üzerine konur. İki secde arasındaki oturuşlar da aynen böyledir. (
Kadınlar ayaklarını sağ tarafa yatırarak otururlar). Bu oturuşta önce
“Tehıyyât” okunur. Arkasından “salâvatlar ve dualar” okunur. Duaların
okunuşu bitince önce sağ tarafa dönülerek : “Es-selâmü aleyküm ve
rahmetullah” diye selâm verilir. Sonra da sol tarafa aynı şekilde selâm
verilir.
Böylece iki rek’atlı sabah namazının sünneti bitmiş olur. Sabah
namazının sünnetinin bütün kırâet, tesbih ve tekbirleri gizli olarak
yapılır. Sabahın farzı da aynen sünneti gibi kılınır. Sadece başta niyet
ederken “Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya” diye niyet edilir.
Bir de niyetten önce kâmet getirilir. ( Kadınlar kâmet getirmezler).
Sabah namazının farzının kırâetleri cehren de okunabilir.
Öğle Namazının Kılınışı :
Öğle namazı dört rek’at sünnet, dört rek’at farz ve iki rek’at da son
sünnet olmak üzere on rek’attır. Önce sünneti kılınır. Sünneti kılmak
için evvelâ şu şekilde niyet edilir : “Niyet ettim ya Rabbi bugünkü öğle
namazının sünnetini kılmaya…” Sonra aynen sabah namazının sünneti
gibi iki rek’at kılınır. İkinci rek’atta oturulduğunda sadece “Tehıyyât”
okunur. Salâvat ve dualar okunmadan “Allahü Ekber” diyerek üçüncü
rek’ata kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rek’atlar da aynen birinci ve
ikinci rek’atlar gibi kılındıktan sonra, ikinci kere oturulur. Bu
oturuşta “Tehıyyât” ile beraber “salâvat ve dualar” da okunarak selâm
verilir. Böylece öğlenin sünneti tamamlanmış olur. Üçüncü rek’ata
kalkıldığında “Fatiha”dan önce sadece “Besmele” çekilir. “Sübhâneke ve
eûzü” okunmaz.
Öğlenin farzı da sünneti gibidir. Yalnız niyet ederken öğlenin farzını
kılmaya niyet edilir. Bir de üçüncü ve dördüncü rek’atlarda sadece
“Fâtiha” okunur, “zamm-ı sûre” okunmaz. Bu, sadece öğlenin farzında
değil, bütün farz namazlarda böyledir. İlk iki rek’atta “zamm-ı sûre”
okunur. Üç ve dördüncü rek’atlarda okunmaz.
Öğlenin son sünneti de tıpkı sabahın sünneti gibi kılınır. Sadece niyet
ederken “öğlenin son sünnetine” diye niyet edilir. Öğlenin sünnet ve
farzında kırâet gizli yapılır.
İkindi Namazının Kılınışı :
İkindi namazı, dördü sünnet, dördü de farz olmak üzere sekiz rek’attır.
Önce sünneti kılınır. Evvelâ : “Bugünkü ikindinin sünnetini kılmaya”
diye niyet edilir. Sonra aynen öğlenin sünneti gibi kılınır. Yalnız
ikinci rek’atın sonundaki ilk oturuşta, öğlenin sünnetinde sadece
“Tehıyyât” okunurken, ikindinin sünnetinde “salâvatlar” da okunur.
Dualar okunmadan, “Allahü Ekber” denilerek üçüncü rek’ata kalkılır.
Üçüncü rek’atta da namaza yeniden başlanır gibi, “Sübhâneke” okunarak
“Eûzü-Besmele” çekilir ve “Fâtiha” ile “zamm-ı sûre” okunur. Dördüncü
rek’at ise öğleninki gibi normal şekilde kılınır.
İkindinin farzı, öğlenin farzı gibidir. Sadece niyetler farklıdır. İkindi de öğle gibi gizli okuyuşla kılınır.
Akşam Namazının Kılınışı :
Akşam namazı üçü farz, ikisi sünnet olmak üzere beş rek’attır. Önce
farz kılınır. Önce akşamın farzına niyet edilerek namaza durulur. İlk
iki rek’at diğer namazların farzları gibi kılındıktan sonra oturulur.
Sadece “Tehıyyât” okunarak üçüncü rek’ata kalkılır. Üçüncü rek’atta
sadece “Fâtiha” okunarak rükû’a ve secdeye gidilir. Secdeler bitince
ikinci kere oturulur. “Tehıyyât, salâvat ve dualar” okunarak selâm
verilir.
Farzdan sonra sünnete niyet edilerek tıpkı sabahın sünneti gibi iki
rek’at sünnet kılınır. Akşam namazının farzı da, sabahın farzı gibi
cehren, yani sesli bir okuyuşla kılınabilir.
Yatsı Namazının Kılınışı :
Yatsı namazı, dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet ve üçü de
vitir olmak üzere on üç rek’attır. Yatsının sünneti önce niyet edilerek
tıpkı, ikindinin sünneti gibi kılınır. Yani ilk oturuşta, “Tehıyyât”tan
sonra salâvatlar da okunur.
Yatsının farzının kılınışı ise, niyet hariç öğle ve ikindinin farzının aynısıdır.
Son sünnet de, akşamın sünnetiyle aynı şekilde kılınır. Fark sadece niyetlerdedir.
Vitir Namazının Kılınışı :
Vitir namazı ise üç rek’attır. Kılınışı şöyledir : Önce niyet edilerek
namaza durulur. Birinci ve ikinci rek’atlar aynen sabahın sünnetinde
tarif ettiğimiz şekilde kılınır. İkinci rek’atın sonunda oturulur,
“Tehıyyât” okunarak üçüncü rek’ata kalkılır. Üçüncü rek’atta “Besmele”
çekilip “Fâtiha ve zamm-ı sûre” okunur. Bundan sonra rükû’a eğilmeyerek
eller kulaklara kaldırılıp tekbir alınır. Ve tekrar eller bağlanıp,
“Kunut duaları” okunur. “Kunut duaları” bittikten sonra rükû’ ve secdeye
gidilir. Secdeden sonra oturularak “Tehıyyât, salâvat ve dualar”
okunarak selâm verilir.
“Kunut duasını” bilmeyen kimse, “Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve
fi’l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr” âyetini okuyabilir. Üç kere
“Allahümme’ğfirlî” de diyebilir. Üç kere “Yâ Rab” demesi de câizdir.
* Vitir namazı sadece Ramazanda cemaatle kılınır. İmam olan zât namazı
cehrî kıldırır; “Kunut” ise gizli okunur. Ramazan dışında vitri cemaatle
kılmak mekruhtur.
NAMAZLARDA OKUNACAK SURE VE DUALARI
Kunut Duaları :
“Allahümme innâ neste’înüke ve nestağfirüke ve nestehdîke ve nü’minü
bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke’l-hayra
küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahle’u ve netrükü men yefcürük.”
“Allahümme iyyâke na’büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve
nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffâri
mülhık.”
Sübhaneke Duası :
“Sübhânekellâhümme ve bi hamdik ve tebârakesmük ve teâlâ ceddük ( ve
celle senâük) ve lâ ilâhe gayrük.” ( “ve celle senâük” sadece cenâze
namazında okunur, diğer zamanlarda okunmaz.)
Fatiha Suresi :
“Elhamdü lillâhi rabbil’âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn.
İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în. İhdinas-sırâtal müstekîm.
Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayrilmagdûbi aleyhim ve leddâllîn.” (
amin)
Fil Suresi :
“Elem tera keyfe fe’ale rabbüke bieshâbilfîl. Elem yec’al keydehüm fî
tadlîl. Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl. Termîhim bihicâratin min
siccîl. Fece’alehüm ke’asfin me’kûl.”
Kureyş Sûresi :
“Liîlâfi Kureyşin. Îlâfihim rihleteşşitâi vessayf. Felya’büdû Rabbe
hâzelbeyt. Ellezî et’amehüm min cû’in ve âmenehüm min havf.”
Maun Suresi :
“Era eytellezî yükezzibü biddîn. Fezâlikellezî, yedu’ulyetîm ve lâ
yehuddu alâ ta’âmilmiskîn. Feveylün lilmusallîn. Ellezîne hüm an
salâtihim sâhûn. El-lezîne hüm yürâûne. Ve yemne’ûnelmâûn.”
Kevser Suresi :
“İnnâ e’taynâkelkevser. Fesalli lirabbike venhar. İnne şânieke hüvel’ebter.”
Kafirun Suresi :
“Kul yâ eyyühelkâfirûn. Lâ a’büdü mâ ta’büdûn. Ve lâ entüm âbidûne mâ
a’büd. Ve lâ ene âbidün mâ abedtüm. Ve lâ entüm âbidûne mâ a’büd. Leküm
dînüküm veliye dîn.”
Nasr Suresi :
“İzâ câe nasrullahi velfeth. Ve raeytennâse yedhulûne fî dînillâhi
efvâcâ. Fesebbih bihamdi rabbike vestagfirh, İnnehü kâne tevvâbâ.”
Tebbet Suresi :
“Tebbet yedâ ebî Lehebin ve tebbe. Mâ agnâ anhü mâlühû ve mâ keseb.
Seyaslâ nâren zâte leheb. Vemraetühû hammâletelhatab. Fî cîdihâ hablün
min mesed.”
İhlas Suresi :
“Kul hüvallâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad.”
Felak Suresi :
“Kul e’ûzü birabbilfelak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri gâsikýn izâ
vekab. Ve min şerrinneffâsâti fil’ukad. Ve min şerri hâsidin izâ hased.”
Nas Suresi :
“Kul e’ûzü birabbinnâsi. Melikinnâsi. İlâhinnâs. Min
şerrilvesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâsi. Minelcinneti
vennâs.”
Ettahıyyatü duası :
“Ettehıyyâtü lillâhi vessalevâtü vettayyibât. Esselâmü aleyke
eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh, Esselâmü aleynâ ve alâ
ibâdillâhis-Sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Resûlüh.”
Allahümme salli duası :
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamîdün mecîd.”
Allahümme barik duası :
“Allahümme barik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamîdün mecîd.”
Rabbenâ duası :
“Rabbenâ âtinâ fid’dünyâ haseneten ve fil’âhıreti haseneten ve kınâ azâbennâr.”
VİTİR NAMAZI
Tek,tek başına olan şey, yatsı namazından sonra kılınan üç rek’at namaz.
Vitir namazı, üç rekatlı bir namazdır. Yatsı namazının son sünnetinden
sonra kılınır. Namazının vakti, yatsı namazının vakti ile aynıdır, yatsı
namazının vaktinin bitimi ve sabah namazının vaktinin başlangıcı ile
son bulur.
Vitir namazına, “niyet ettim Allah rızası için bu günkü vitir namazını
kılmaya” diye niyet edilir. Normal olarak iki rek’at kılınır. İki
rekatın sonundaki oturuşta “et-Tahiyyât” okuduktan sonra üçüncü rekata
kalkılır. Besmele ile Fatiha ve bir miktar Kur’ân okunduktan sonra,
Allahu ekber deyip tekbir alınır, eller bağlanır ve Kunut duası okunur.
Sonra “Allahu ekber” diyerek rükû ve secdelere gidilir. Ondan sonra
oturulur ki, bu son oturuştur. Bu oturuşta “et-Tehiyyât”, “salli-barik”
ve “Rabbenâ” duaları okunur ve iki tarafa selâm verilir ( İbn Abidin,
Reddu’l-Muhtar,Mısır, 1966, II, 5, vd).
Vitir namazı Kur’an’da geçmemektedir. Fakat hakkında çeşitli hadisler mevcuttur. Bazısının meâli şöyledir :
“Ey Kur’ân ehli, vitir namazını kılın! Çünkü Allah tektir, tek’i sever”
( Buhârî, Deavât, 69; Müslim, Zikir, 5-6; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 27;
Tirmizî, Vitir, 2; EbuDâvud, Vitir, 1).
“Üç Şey vardır ki, bana farzdır. Fakat size farz değildir. Kuşluk
namazı, kurban namazı ve vitir namazı” ( ez-Zeylaî, Nasbu’r-Raye, II,
105).
Allah size bir namazı daha fazladan ilâve etmiştir. Bu namaz da vitir
namazıdır. Vitir namazını, yatsı ile sabah vakti doğuncaya kadar geçen
zaman içinde krlın” ( Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,180, 206, 208; V, 242;
VI, 7).
“Vitir haktır. Beş rek’at ile vitir namazını kılmak isteyen, kılsın. Üç
rek’at ile kılmak isteyen, kılsın ve tek rek’at ile kılmak isteyen,
yine kılsın” ( Nesâî, Kıyamü’l-Leyl, 40; Ebû Dâvud, Vitir, 3; İbn Mâce,
İkâme, 123).
Hz. Aişe validemiz ( r.an); “Hz. Peygamber üç rek’at ile vitir kılar ve
üç rekatın sonunda selam verirdi” demiştir ( ez-Zeylaî, Nasbu’r-Raye,
II, 118 ). İbn Ömer ve İbn Abbas da; “Vitir namazı, gecenin sonunda
kılınan bir rekattır” demişlerdir ( Müslim, Müsâfirûn,153; Ebû Davud,
Vitir, 3; Nesaî, Kıyâmu’l-Leyl, 34).
Ebû Hanife yukarıdaki hadislere dayanarak, vitir namazını bayram
namazları gibi vacip olarak kabul etmiştir. Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve
diğer üç mezhep imâmlarına göre ise, vitir namazı müekked sünnettir.
Hanefilere göre vitir namazı üç rekattır ve sonunda selam verilir.
Delil olarak da, Hz. Aişe’nin rivayet ettiği hadisi gösterirler.
Mâlikîlere göre vitir namazı bir rekattır. Ondan önce yatsının farzından
sonra kılınan iki rek’at sünnet bulunur. Bunların arası selam ile
ayrılır. Hanbelîlere göre de, vitir namazı bir rekattır. Fakat üç veya
daha çok rek’at olarak da kılınabilir. Şâfiîlere göre vitir namazının en
azı bir rek’at, en çoğu on bir rekattır. Bir rek’attan fazla
kılınacaksa, önce iki rekata niyet edilir ve sonunda selâm verilir.
Sonra vitir namazının bir rekatına niyet edilir ve sonunda selâm verilir
( el-Kasanî, Bedaiu’s Sanai’ Beyrut, 1974, I, 270 vd.; ez-Zuhaylî,
el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu, Dımaşk, 1984, I, 820).
Vitir namazı, yalnız Ramazanda cemaatla kılınır. İmam bu namazı açıktan
kıldırır. Kunut duasını tercih edilen görüşe göre, imam da cemaat da
gizli okurlar. Ramazan ayının dışında vitir namazını cemaatla kılmak
mekruhtur.
Mesbûk namazını kılan kişi, ikinci rek’atta mı, yoksa üçüncü rek’atta
mı olduğundan şüphe ederse, bulunduğu rek’atta Kunut duasını okur, rükû
ve secdelerden sonra bir rek’at daha kılar ve yeniden Kunut duasını
okur. Rükû ve secdelerden sonra oturur, et-Tehiyyatü, salli barik ve
Rabbenâ dualarını okur, selâm ile namazını tamamlar.
Vitir namazının dışındaki namazlarda, Kunut duası okunmaz. Ancak İmam
Şâfiî ve İmam Malik’e göre, her zâman, sabah namazlarının ikinci
rekatında, rükûdan sonra ayakta Kunut duası okunur. Bu durumda kunut
duasını okumak, Mâlikîlere göre müstehap ve Şâfiîlere göre sünnettir.
Bir de Şâfiîlere göre, Ramazan ayının ikinci yarısında vitir namazının
son rekatında, rükûdan sonra Kunut duasını okumak menduptur ( ez-Zeylâî,
Nasbu’r-Râye, II,123; ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, I, 826 vd).
Sabah namazında Kunut duasını okuyan Şâfiî ve Malikî imama uyan bir
Hanefî, Kunut duasını okumaz, susar ve imâm Kunut duasını bitirinceye
kadar ayakta bekler.
Kunut duasını bilmeyen, okumaktan aciz olan bir kişi, onun yerine
“Rabbenâ âtinâ…” âyetini okuyabilir. Yahutta üç kere :
“Allahümmeğfirlî ( Allahım beni mağrifet et)” diyebilir. Bunların yerine
üç kere : “Ya Rabbi ( ey Rabbim)” demesi de caizdir ( et-Tahtâvî,
Hayiye, Mısır, 1970, 312).
Uygun görülen kunut duası şöyledir :
“Allahümme innâ nesteînuke ve nestağfruke ve nestehdike ve nu’minu bike
ve netubu ileyke ve netevekkelu aleyke ve nusnî aleyke’l-hayra kullahû
neşkuruke velâ nekfuruk ve nahla’u ve netruku men-yefcuruk.
Allahümme iyyâke ne’budu ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve
nahfidu narcû rahmeteke ve nahşâ azabek inne azâbeke bi’l-küffâri
mulhik” ( et-Tahtavî, Haşiye; 307 vd.)
Anlamı : “Allah’ım!.. Biz şüphesiz senden yardım ve mağrifet ister,
senden hidâyet dileriz. Seni tasdik eder, günahlarımıza tevbe eder, sana
itimad ederiz. Seni bütün hayırlar ile senada zikirde bulunur, nimeti
itiraf ile sana şükrederiz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyan edip
duranları reddeder, terkederiz; kendileriyle ilişkimizi keseriz.
Allahım!.. Biz ancak sana ibâdet ederiz, senin için namaz kılarız, sana
secde ederiz. Senin rızanı ve kulluğunu elde etmek için çalışır,
koşarız. Senin rahmetini umar, azabından korkarız. Şüphe yok ki, senin
hak olan azabın kâfirlere erişicidir. “
Kunut duasını okumak vacip olduğu için, unutulduğu takdirde, namazın sonunda sehiv secdesi yapılır.
Vitir namazı yine vacip olduğundan, zamanında kılınmadığı takdirde,
kazası gerekir. Vitir namazı, zamanında normal olarak nasıl kılınıyorsa,
kaza edilince de, aynı şekilde kılınır ( İbn Hümâm, Fethu’l-Kadir,
Mısır 1315, I, 300 vd).
Şafii mezhebine göre vitir namazı cemaatle kılınabilir mi? Vitir namazı nasıl kılınır?
Şafii mezhebine göre; vitir namazı farz namazlara bağlı sünnetlerin en
müekkedi ve en önemlisidir. Yatsı namazının farzından sonra kılınır. En
azı bir; en çoğu on bir rekattır. Fazilet bakımından en azı üç
rek’attır. En faziletli kılınış şekli iki rek’atta bir selam vermek ve
tek rek’atı en son ayrı bir niyetle kılmaktır.
Vitir namazı üç rek’at kılındığında Fatiha’dan sonra birinci rek’atta
“Sebbihisme rabbike’l â’la” suresini, ikinci rek’atta “Kâfirun” suresini
ve son rek’atta ‘İhlas, Kuleûzu bi rabbilfalak ve Kuleûzu birabbinnas”
surelerini okumak sünnettir. Beş rekat veya daha çok kılındığında,
mezkur surelerin son üç rek’atta okunması yine sünnettir.
Vitir namazı farzlara bağlı diğer sünnetler gibi cemaatla değil, tek
başına kılınır. Ancak Ramazan ayında on altıncı gecesinden itibaren son
gecesine kadar son rek’atın rükuûndan itidala kalkınca, itidal halinde
iken Kunut Duası’nı okumak sünnettir.
Ondan önce şunu okumak da sünnettir :
“Allahumme inna nestaînuke ve nestağfiruke ve nestehdike ve nü’minu
bike ve netevekkelu âleyke ve nüshi aleyke’l-hayva küllehü neşkürüke ve
la nekfüruke ve nahlau ve netrüku men yefcüruke, Allahumme iyyake
na’budu ve leke nusalli ve nescüdu ve ileyke nesâ ve nahfidu nercu
rah-metike ve nahşa azabeke. Inne azabeke bil küffari mülhık.”
Şafii mezhebinde okunan Kunut duası :
“Allahümmehdina fiymen hedeyte. We â fina fimen âfeyte. We tevellena
fimen tewelleyte. We bariklena fıyma â’tayte. We kına şerre ma kadayte.
Feinneke takdina wela yukda âleyke. We innehu la yezillü men waleyte.
Wela yeîzzü men âdeyte. Tebarekte Rabbena we teâleyte. Felekel hamdu âla
ma kadayte. Nestağfirüke we netuwbu ileyke. We sallallahu âla
seyyiddina Muhammedin we âla alihi we sahbihi we sellem.”
Şafi olan bir kimse, Hanefi imama uyarsa;
Şafiî kunutu gibi, Hanefî mezhebindeki kunut duası da Hz. Peygamber (
asm)’den rivayet edilmiştir. Bu sebeple bilenlerin bunu okumasında da
bir sakınca yoktur.
Şafiî mezhebinde ancak Ramazanın 15. gününden sonra vitir namazında kunut okunur. Bunu da hatırlamakta fayda vardır.
Namaz kılan kişi, Kunut’un bir kısmını okumazsa, bunun için sehiv secdesi yapması sünnettir.
Sabah namazında, Hanefî mezhebindeki bir imama tâbi olarak namaz kılan
Şafiî mezhebindeki bir kişinin, selâmdan sonra sehiv secdesi yapması
sünnettir.
Vaktinde kılınmayan vitir namazını kaza etmek sünnettir. Vakte bağlı
nafile namazların da, vakitlerinde kılınamamaları durumunda vitir gibi
kaza edilmeleri sünnet olur.
Musibetvari şiddet olaylarının vuku bulması, felâket ve mihnetlerin
başa gelmesi zamanlarında, bütün vakit namazlarında Kunut duası
okunabilir. Bu durumda imam da tek başına namaz kılan kişi de -namazları
sessiz kıraatli namazlardan olsa bile- Kunut duasını sesli okurlar.
İmama uyarak namaz kılmakta olan kişi ise, imamın duasına karşılık âmin
der. Bu durumda Kunut’un bir kısmı okunmazsa, sehiv secdesi gerekmez.
Şafii mezhebine uyan bir kimse, imam rükudan kalktıktan sonra hemen
“Rabbena atina…” duasını okuyup veya “Allahumme’ğfir lî” deyip
ardından secdeye varmak suretiyle bu görevini yerine getirmiş olur.
Kanaatimizce böyle yapmak, tek başına vitir namazını kılıp da kunut
duasını okumaktan daha sevaplıdır. Çünkü burada cemaat sevabı da vardır.
Hanefî mezhebine göre ise, bu gibi durumlarda sadece sabah namazında Kunut duası okunabilir. Diğer vakit namazlarında okunmaz.
Şafiî mezhebine mensup bir imamın arkasında sabah namazını kılmakta
olan Hanefî mezhebine mensup bir kişi, ikinci rek’atın rükûundan sonra
Kunut duasını okumaya başlayan imamını, ellerini yan taraflarına salmış
vaziyette susarak dinler.( İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II/9).
Şafi mezhebine göre vitir namazı ile ilgili hükümler nelerdir?
Vitir namazı müekked sünnetlerdendir. Hanefî mezhebine göre ise bu
namaz vaciptir. Vitir namazıyla ilgili olarak sevgili Peygamberimiz
şöyle buyurmuştur : “Gece en son namazınızı vitir namazı olarak
kılın.” ( Buhârî, Vitir, 4; Ahmed. el-Müsned, 2/20, 102, 143.)
Vitir namazının en azı bir, en çoğu ise on bir rek’attır. Tek rek’atla yetinmek caiz ise de evlâ değildir.
Vitri bir rek’attan fazla kılan kişinin, bu namazı bitişik olarak, yani
son rek’atı kendinden önceki rek’ata bitiştirerek kılması caizdir.
Şöyle ki : Vitri beş rek’at olarak kılacak olan kişi, iki rek’at
kıldıktan sonra selâm verir. Sonraki üç rek’atı da tek selâmla kılar.
Bu üç rek’atı birbirinden ayırarak, yani 2+1 rek’at şeklinde kılması da
caizdir. Beş rek’at olarak kılan kişi, son rek’atı ayırdığı takdirde,
önceki dört rek’atı bir veya iki selâmla kılmış olmasıfarketmez. Bitişik
olarak kılması halinde iki teşehhüdden fazla oturması caiz olmaz. Vitri
kılmanın en faziletli şekli, birbirinden ayrı olarak
kılınmasıdır.Vitrin vakti, akşam namazıyla birlikte akşam vaktinde
cem’-i takdim şeklinde kılınsa bile, yatsı namazından sonra başlayıp
fecr-i sâdıkın doğuşuna kadar devam eder. Geceleyin uyanacağına güvenen
kişinin, vitri gecenin ilkinden sonraya ertelemesi sünnettir. Aynı
şekilde gece namazlarından sonraya erteleyip bu namazları vitirle sona
erdirmek de sünnettir.Vitir namazını ramazan ayında cemaatle kılmak ve
bu ayın ikinci yarısında vitrin son rek’atında Kunut duası okumak da
sünnettir.Yine her gün sabah namazının farzının ikinci rek’atında,
rükûdan kalktıktan sonra Kunut duası okumak da sünnettir. Kunut,
Allah’a övgü ve duayı kapsayan bütün sözlerdir. Ancak sünnet olanı,
yüce Peygamberimiz’den nakledilen şu duadır :
[img]http : //www.sorularlaislamiyet.com/images/articles/11677-resim1.jpg[/img]
Tek başına namaz kılan kişi bu duayı okurken tekil zamirleriyle
okumalıdır. Şöyle ki : “İhdinâ ve âfinâ” şeklinde değil de, “ihdinî ve
âfinî” şeklinde telaffuz ederek duayı kendi şahsı için yapmalıdır.
Yalnız “tebârekte rabbenâ” cümlesindeki çoğul zamirini tekile
çevirmemeli, yani “tebârekte rabbî” dememelidir.İmam ise duaların
tamamını çoğul zamiri ile okumalı, meselâ “ihdinî ve âfinî” şeklinde
değil de, “ihdinâ ve âfinâ” şeklinde okumalıdır. İmamın kıldığı namaz
kaza olsa bile Kunut’u sesli okuması sünnettir.Tek başına vitir namazını
kılan kişinin kıldığı bu namaz eda olsa bile Kunut duasını sessizce
okuması sünnettir.İmama uyarak namaz kılmakta olan kişiye gelince o,
ellerini açarak semaya kaldırmalı ve imamın okuduğu dualara âmin
demelidir.
Namaz kılan kişi, Kunut’un bir kısmını okumazsa, bunun için sehiv
secdesi yapması gerekir. Sabah namazında Hanefî mezhebindeki bir imama
tâbi olarak namaz kılan Şafiî mezhebindeki bir kişinin selâmdan sonra
sehiv secdesi yapması sünnettir.Vaktinde kılınmayan vitir namazını kaza
etmek sünnettir. Vakte bağlı nafile namazların da, vakitlerinde
kılınamamaları durumunda vitir gibi kaza edilmeleri sünnet
olur.Musibetvari şiddet olaylarının vuku bulması, felâket ve mihnetlerin
başa gelmesi zamanlarında, bütün vakit namazlarında Kunut duası
okunabilir.
Hanefî mezhebine göre ise bu gibi durumlarda sadece sabah namazında Kunut duası okunabilir. Diğer vakit namazlarında okunmaz.
Bu durumda imam da tek başına namaz kılan kişi de -namazları sessiz
kıraatli namazlardan olsa bile- Kunut duasını sesli okurlar. İmama
uyarak namaz kılmakta olan kişi ise, imamın duasına karşılık âmin der.
Bu durumda Kunut’un bir kısmı okunmazsa, sehiv secdesi gerekmez.Şafiî
mezhebine mensup bir imamın arkasında sabah namazını kılmakta olan
Hanefî mezhebine mensup bir kişi, ikinci rek’atın rükûundan sonra Kunut
duasını okumaya başlayan imamını, ellerini yan taraflarına salmış
vaziyette susarak dinler.( İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 2/9,)
CUM’A NAMAZI
Cum’a günü öğlen namazı vakti içinde bir hutbeden sonra cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namaz.
Cum’a Arapça bir isim olup, “toplanma, bir araya gelme, toplu dostluk”
anlamlarına gelir. Sözlükte cumua ve cumea şeklinde de okunur. Bir terim
olarak perşembe günü ile cumartesi arasındaki günün adı olduğu gibi,
aynı gün öğle vaktinde kılınan iki rekat farz namazın da adıdır. Cum’a
gününe, müslümanların ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle bu
isim verilmiştir ( Zebidî, Tâcu’l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi’li
Ahkâmi’l-Kur’ân, XVIII, 97, 98 ).
Hafta günlerine İslâm’dan önce verilen isimler şimdiki isimler olmayıp
cum’a gününe “yevmu’l-arube” denirdi ( Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99).
Süheylî’ye göre bu isim süryânîce olup “rahmet” manasına gelmektedir.
Cum’a’dan sonraki günler de “şeyar : cumartesi”, “evvel : pazar”, “ehven
: pazartesi”, “cebar : salı”, “debar : çarşamba”, “mûnes : perşembe”
idi. Araplar’da günlerin bu eski isimlerinin ne zaman değiştirildiği
konusunda şu bilgiler vardır; Arûbe yerine cum’a adını veren, bir
rivayete göre Hz. Peygamber’in ( s.a.s.) dedelerinden Ka’b İbn
Lüeyy’dir. İbn Sîrîn’den gelen bir başka rivayete göre de bu ad cum’a
namazı henüz farz kılınmadan evvel Medine’de bulunan müslümanlar
tarafından verilmiştir. İbn Sîrîn’in rivayeti şöyledir : “Hz. Peygamber (
s.a.s.) Medine’ye hicret etmeden ve cum’a ayeti nazil olmadan önce
Medineliler cum’a namazı kılmışlardı.” Ensâr : “Yahudilerin bir günü
var, her yedi günde biraraya toplanıyorlar, hristiyanların da öyle.
Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o günde Allah’ı zikredelim;
şükredelim.” dediler. Bunun üzerine : “sebt : cumartesi günü
yahudilerin, ahad : pazar günü hristiyanların, o halde bunu arube : günü
yapalım.” demişlerdi. Bu suretle Es’ad İbn Zürâre’nin yanında
toplandılar, Es’ad b. Zürâre ( r.a.) onlara iki rekat namaz kıldırdı ve
vaaz etti. Toplandıkları ana “cum’a” adını verdiler. O da onlara bir
koyun kesti, ondan kuşluk ve akşam vakti yediler. Daha sonraları da
cum’a ayeti nazil oldu ( Cum’a Suresi, 62/9)
İbn Hazm da : “Cum’a ismi, İslâmî olup, İslâm’dan evvelki günlerde
kullanılmazdı. Câhiliyye devrinde o güne arube denilirdi. İslâm
döneminde o gün namaz için toplanıldığından “cum’a” ismi verilmiştir.”
der. İbn Huzeyme’nin Selmân-ı Fârisî’den yaptığı bir rivayete göre, bir
defa Peygamberimiz ( s.a.s.) Selmân’a : “Selmân, sen Cum’ayı ne
zannediyorsun?” diye sorunca o da : “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.”
der. Bunun üzerine Efendimiz ( s.a.s.) “Senin atan Âdem ( a.s.)’in
yaratılışı işte o gün oldu, yani vücudunun bütün parçaları o gün bir
araya getirildi.” buyurmuştur. Ebu Hüreyre’den rivayet edilen başka bir
hadiste de : “Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı Cum’a günüdür :
Âdem ( a.s.) o gün yaratıldı, o gün Cennet’e girdi, yine o gün
Cennet’ten çıkarıldı. Bir de kıyamet Cum’a günü kopacaktır.”
buyurulmuştur. ( Müslim, Cumua, 5) Diğer bir rivayette de, yukardaki
sözlere ilâveten şu cümleler yer almıştır : “..O gün tövbesi kabul
olundu ve o gün vefat etti. Kıyamet de o gün kopacaktır. İns ve Cin’den
başka hiçbir mahluk yoktur ki, Cum’a günü tan yeri ağardıktan gün
doğuncaya kadar -kıyamet belki bu gün kopar korkusu ile- kulak
kabartmasın. Bir de o günün içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir
müslüman kul tesadüfen o esnada namaz kılıp Allah’tan bir hacetini
dilemez ki, onu Allah O’na vermesin. “
İbn Hacer’e göre Cum’a Mekke’de farz olmuştur. Fakat müslümanların
azlığı ve açıktan namaz kılacak derecede güçlü olmamaları nedeniyle
Mekke’de Cum’a kılmak mümkün olmamıştır. Ancak şartlar tahakkuk etmeden
Cum’anın farz kılınması garip görünmektedir. Bu nedenle diğer âlimler,
Mekke’de Cum’a için sadece izin verilmiş olabileceği kanaatindedirler.
İbn Abbas’ın şu rivayeti de bu görüşü desteklemektedir : “Rasûlullah (
s.a.s.), hicret etmeden önce Cum’a namazının kılınması için izin
verilmiştir. Fakat Mekke’de Cum’a kıldırmaya gücü olmadı. Onun için,
daha önce Medine’deki müslümanlara İslâm’ı öğretmek için gönderilmiş
olan Mus’ab İbn Umeyr’e mektup yazarak : “Yahudilerin açıktan Zebur
okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da
zeval vaktinden sonra Allah’a iki rekat ( namaz) ile takarrub edin.” Bu
emir üzerine Mus’ab, Medine’de ilk Cum’a kıldıran kişi olmuştur. Bu
görevi Peygamber Medine’ye gelinceye kadar sürdürmüştür.” ( Suyütî,
ed-Dürru’l-Mensûr, VI, 218, Dâre Kutnî’den naklen : İbn Sa’d, Tabakat,
III, 118 ). Mus’ab ( r.a.)’ın Cum’a namazı kıldırdığı ilk cemaatin
sayısı, oniki idi.
İbn Hacer’in Cum’a namazının Mekke’de farz kılındığı halde, orada
kılınmayışını sayı azlığına bağlanmasının geçerli olabilmesi ihtimali
uzaktır. Çünkü Cum’a namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığı
gerekecek olsa bile, bu sayıda müslüman o tarihlerde bir araya
rahatlıkla gelebilirdi. Ancak Cum’a namazının açık kılınması gereği ve
Rasûlullah ile müslümanların o sıralarda gizlenmiş bulunmaları nedeniyle
kılamamış olmaları düşünülebilir. Kanaatimize göre bu, sıradan bir izin
olarak da değerlendirilemez. Çünkü Yüce Allah’ın ve Rasûlü’nün izinleri
bile emir gibi uyulması gerekli hükümlerdir. Özellikle bu konu
ibadetlerle ilgili olursa emir durumu daha güçlüdür. Bu konuda cihada
izin veren ( el-Hacc, 22/39) ayetini gözönünde bulundurabiliriz.
Diğer taraftan Cum’a namazının farziyetini bildiren ayet ( Cumâ,
62/9-11) bilindiği gibi Medine’de ve Hicret’ten sonraki yıllarda nazil
olmuştur. Bu durum ise bizlere abdestin farziyeti ile ilgili ayetin
nüzulünü hatırlatmaktadır. Namaz için abdest almak bilindiği gibi
peygamberliğin ilk dönemlerinde farz kılındığı halde, ilgili âyet daha
sonraları Medine’de nazil olmuştur. Demek oluyor ki bazı hükümler teşrî
edilirken, ilgili olan âyet, daha sonra inmiş olabilir. Bu, hükmü
pekiştirmek için olabildiği gibi, nüzül için gerektirici bir münasebete
kadar bekletilmesi ve böylece daha etkileyici bir hal alması hikmetine
de dayalı olabilir.
Cum’a’yı ilk kıldıranların Es’ad İbn Zürâre ile Mus’ab İbn Umeyr
oldukları hakkındaki rivâyetlerin arasını birleştirmek gerekirse;
Mus’ab’ın, Medine’nin merkezinde ve Peygamber’in ( s.a.s.) emri üzerine
Cum’a namazı kıldırdığı; Es’ad’ın ise Medine yakınında bir yerde ve
Peygamber’in ( s.a.s.) emri gelmeden kıldırdığı söylenebilir. Hz.
Peygamber ( s.a.s.)’in kıldırdığı ilk Cum’a namazı, Ranuna’ denilen
yerde Sâlim İbn Avf mescidindedir. Hz. Peygamber ( s.a.s.) Medine’ye
hicret buyurduğunda ilk olarak Kuba’da Amr İbn Avfoğullarına misafir
oldu. Orada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalıp, Kuba
Mescidi*nin temelini attı; sonra Cum’a günü Medine’ye gitmek için yola
çıktı. Benu Sâlim yurduna gelince Cum’a namazı vakti girmişti. Orada
hutbe okuyup ilk defa Cum’a namazını kıldırdı. Bu, Hz. Peygamber’in
kıldırdığı ilk Cum’a namazıdır. Cum’a’yı farz kılan âyet bundan önce
nâzil olmuştur. Medine haricinde ilk Cum’a namazı kılınan yer de
Bahreyn’de “Cevâsa” da Abdi Kays Mescidi’dir.
İslâm’da Cum’a gününün dünyanın başlangıcına, sonuna ve âhirete kadar
uzanan bir yeri ve değeri vardır. Diğer semâvi dinlerde de Cum’a gününe
dikkat çekilmiş, fakat onlar bunu terkederek başka günlere
yönelmişlerdir. Ebû Hüreyre’den Allah Rasûlû’nün şöyle dediği
nakledilmiştir : “Bizler, bizden önce kitap verilenlere göre en
sonuncusuyuz. Kıyâmette ise en öne geçeceğiz. Onlar, Allah’ın
kendilerine farz kıldığı bu Cum’a gününde ihtilafa düştüler. Allah onu
bize gösterdi. Diğer insanlar bu konuda bize uyuyorlar. Ertesi gün
yahudilerin, daha ertesi gün ise hristiyanlarındır. ” ( Buhârî, Cum’a,
1; Müslim, Cum’a hadis no : 856. Müslim’in lafzı az farklıdır).
Yine Ebû Hüreyre’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir : “Rasûlullah (
s.a.s.)’a Cum’a gününe niçin bu adın verildiği sorulduğu zaman şöyle
cevap vermiştir : “Babanız Âdem’in yaratılışı o günde oldu. Kıyâmet o
günde kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesap için yakalanması o
günde olacaktır. Cum’a gününün üç saatinin sonunda öyle bir an vardır
ki, o anda dua edenin duası kabul olunur. ” ( Ahmed b. Hanbel, İstanbul
1981, II, 311)
“Her kim Cum’a günü, cenâbetten gusül eder gibi güzelce gusleder, sonra
da ilk saatte yola çıkarsa bir deve kurban etmiş gibi olur. İkinci
saatte yola çıkarsa bir sığır kurban etmiş gibi olur. Üçüncü saatte yola
çıkarsa bir koç kurban etmiş gibi olur. Dördüncü saatte yola çıkarsa
bir tavuk kurban etmiş gibi olur. Beşinci saatte yola çıkarsa bir
yumurta tasadduk etmiş gibi olur. İmam Cum’a namazı için iftitah tekbiri
alınca melekler hazır olur, okunan Kur’ân-ı dinlerler. ” ( Müslim,
Cumua, 2, hadis no : 850)
Cum’a namazını terk edenler için de hadis-i şeriflerde şu tehditler
varid olmuştur : “Birtakım insanlar ya Cum’a namazını terk etmeyi
bırakırlar, yahutta Allah onların kalplerini mühürler artık gafillerden
olurlar. ” ( Müslim, Cumua, 12, hadis no : 865)
“Her kim önemsemediği için üç Cum’a yı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler. ” ( Ebû Davûd, Salât 210)
“Bir kimse Cum’a günü gusleder, elinden geldiği kadar temizlenir, yağ
veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu yere oturur ve namazını
kılar, hutbeyi dinlerse; geçen Cum’a’dan o Cum’a ya kadar işlemiş olduğu
günahları affolunur. ” ( Buhârî, Cumua, 6)
Cum’a namazının farziyyeti Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir.
Cum’a sûresinin dokuzuncu âyetinde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur :
“Ey iman edenler, Cum’a günü namaz için çağrıldığınız zaman, Allah’ı
anmağa koşun; alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. “
İbn Mâce’de mevcut Hz. Câbir ( r.a.)’den rivâyet edilen şu hadis, Cum’a’nın farziyyetinin sünnetle delilidir :
“Ey insanlar, ölmeden önce Allah’a tövbe ediniz. ( Başka işlerle)
meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah’ı çokça
zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek suretiyle sizin
ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. ( Böyle yaparsanız) hem
rızıklanırsınız. hem de ( Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur. Şunu
biliniz ki : Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve
şu yılımda sizlere Cum’a’yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar
böylece devam edecek. Benim hayatımda, ya da benden sonra adaletli
yahutta zâlim bir imamı bulunduğu halde, onu hafife alarak yahut ta
inkâr ederek kim terkederse; Allah, onun iki yakasını bir araya
getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın. Haberiniz olsun, böyle bir
kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği
Tâ ki tövbe edinceye kadar. Artık kim tövbe ederse, Allah, onun
tövbesini kabul etsin. Şunu da biliniz ki : Hiç bir kadın bir erkeğe
imam olmasın. ( Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arap, bir muhacirin
önüne geçip imam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan
korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması hali dışında da mü’min bir
kimseye imam olmasın. ” ( İbn Mâce, Sünen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis
no : 1081).
Hz. Peygamber’in Benu Sâlim yurdunda kıldırdığı ilk Cum’a namazında
cemaatin kırk veya yüz kişi olduğu söylenir. Bu mescide sonradan
“Mescid-i Cum’a” adı verilmiştir. Cum’a âyetinin Mekke’de nâzil olduğu
da ihtimal dahilindedir. Peygamber ( s.a.s.) Cum’a hutbesi için bir
hurma kütüğü edinmiş, ensârdan bir kadının aynı zamanda marangoz olan
kölesinin ılgın ağacından yaptığı üç ayaklı minber, mescide konuncaya
kadar onun üzerinde Cum’a hutbelerini okumuştur. Yeni minber gelip de
Peygamber ( s.a.s.) hutbe için üzerine çıkınca eski hurma kütüğünden
deve iniltisi gibi bir ses çıkmış, Peygamber de inerek elini üzerine
koyunca susmuştur. Bu hâdise Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak
“Cizu’n-nahle” adıyla meşhur olmuştur.
Peygamber ( s.a.s.) camiye girince, cemaata selam verir; minbere
çıkınca, onlara döner ve ikinci bir selamdan sonra otururdu. Bu oturuşa
“Celsetu’l-istiraha” denir. Bilâl ezan okumağa başlar; bitirince,
Peygamber ( s.a.s.) kalkarak hamd ve senâdan sonra, vaaz ve nasihatı
muhtevî bir hutbe okurdu. Bir müddet oturduktan sonra tekrar kalkıp,
ikinci hutbeyi de okur ve minberden inerdi. Kamet getirildikten sonra
iki rek’at olarak Cum’a namazını kıldırırdı. Cum’a namazının ilk
rek’atında ekseriyetle Cumu’a sûresini ve ikinci rek’atta da Münâfıkun
sûresini yüksek sesle okurdu. Cemaat en fazla Cum’a namazında toplandığı
için, Cumu’a sûresini okumakla, onlara cum’a’nın âdâb ve erkânını
öğretmiş ve Münâfıkûn sûresini okumakla da, münâfıklardan sakınmaları
lüzumunu ihtar etmiş oluyordu. Sonraları ilk rek’atta A’lâ ve ikincide
de Câşiye sûrelerini okuduğu rivâyet edilmiştir.
Halife Hz. Ebû Bekir ve sonra Hz. Ömer ( r.a.) zamanında bu şekilde
Cum’a namazı kılındı ise de; Halife Hz. Osman ( r.a.) zamanında şehrin
nüfusunun arttığı ve halkın câmiden uzak yerlerde ikâmet ettiği
gözönünde tutularak, namaz vaktinin geldiğini ilân için mescidin dışında
bir ezan okutturulmağa başlandı. Bu ezan Zavra’da okunuyordu. Hz.
Osman’ın okuttuğu bu ezan ( dış ezan) diğer memleketlerde de okunmağa
başlandı. Kendisinden seksen sene sonra Hişam b. Abdu’l-Melik de bu dış
ezanın hariçte, mesela Medine’nin Zavra’sı gibi şehrin ortasında
okunacak yerde, camiin minaresinde okunmasını emretti.
Böylece kitap, sünnet ve icmai ümmet ile sabit olan Cum’a namazı gücü
yeten ve şartları kendinde bulunan her mükellef müslümana farz-ı
ayındır. İki rek’at olan Cum’a namazını herhangi bir sebepten kılamamış
olanlar, öğle namazını dört rek’at olarak kılarlar. Bütün namazlarda
şart olan İslâm, akıl, büluğ, tahâret şartlarından başka Cum’a namazının
farziyet ve edâsının şartları vardır.
Cum’a Namazının Farz Olmasının Şartları
Cum’a namazı; namaz, oruç, hac, zekât kelimeleri gibi, fıkıh usulü
açısından “kapalı anlatım ( mücmel)” özelliği olan bir terimdir. Bu
yüzden onun kılınış şekil ve şartları âyet, hadis ve sahabe
açıklamalarına ihtiyaç gösterir. Çünkü Allah elçisi “Namazı benim
kıldığım gibi kılınız” ( Buhârî, Ezan, 18; Edeb, 27) buyurmuştur.
Câbir b. Abdullah’ın naklettiği bir hadiste şartlar şöyle belirlenmişti :
“Allah’a ve âhiret gününe inananlara Cum’a namazı farzdır. Ancak yolcu,
köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır” ( Ebû Dâvud, I, 644,
H. No : 1067; Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu’s-Sünne, I, 225) Bu
istisnaların dışında kalan her müslüman erkek bu namazla yükümlü
demektir. Buna göre şartlar şöyledir :
A) Erkek olmak : Cum’a namazı kadınlara farz değildir. Ancak namazı
cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını kılmaları gerekmez (
es-Serahsî, II, 22, 23; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, I, 591, 851-852).
B) Hür olmak : Hürriyetten yoksun bulunan esir ve kölelerle, ceza
evindeki hükümlülere, Cum’a günü öğle namazını kılmaları yeterlidir.
Cum’a namazı farz değildir. Ancak anlaşmalı ( mükâteb) kölelerle, kısmen
azad edilmiş kölelere farzdır. Kendisine Cum’a namazı farz olmayan köle
esir veya mahkumlar her ne sûretle olursa olsun, Cum’a’yı kılmış
olsalar, sahih olur.
C) Mukîm olmak : Yolcuya Cum’a namazı farz değildir. Çünkü o, yolda ve
gittiği yerlerde genel olarak güçlüklerle karşılaşır. Eşyasını koyacak
yer bulamaz veya yol arkadaşlarını kaybedebilir. Bu sebeple ona bazı
kolaylıklar getirilmiştir.
D) Hasta olmamak veya bazı özürler bulunmamak : Namaza gidince
hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere Cum’a farz
olmaz. Yine, hasta bakıcı, aciz ihtiyar, gözü görmeyen, ayaksız, kötürüm
ve müslümanlar Cum’a’yı kılarken onların güvenliğini sağlamakla görevli
olan emniyet nöbetçisi gibi özrü bulunanlar, vakit bulunca öğle namazı
kılmakla yetinirler. Ancak bu kimseler cemaatle Cum’a namazına
katılırlarsa yeterli olur ( es-Serahsî, II, 22, 23; İbnü’l-Humam,
Fethu’l-Kadir, I, 417)
Ayrıca, düşman korkusu, şiddetli yağmur ve çamur, ağır bir hastaya
bakma gibi özürler de Cum’a namazını kılmamayı mübah kılan özürlerdir.
Körün, elinden tutup camiye götürecek kimsesi olursa, Cum’a’yı kılması
İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre farz olur. Üzerlerine Cum’a namazı
kılması farı olmayan müslüman kimseler, Cum’a’yı kılmaya imkan bularak
kılsalar, vaktin farzını eda etmiş olurlar, artık o günün öğle namazını
kılmaları gerekmez. Cum’a namazı kılmaları farz olmayan kimseler,
bulundukları bölgede Cum’a namazı kılınıyor ise, öğle namazını cemaatle
değil, yalnız başlarına kılarlar. Bulundukları bölgede Cum’a namazı
kılınmıyor ise, öğle namazlarını cemaatle kılabilirler.
Cum’a namazının sahih olması için gerekli şartlar ( edasının şartları)
Kılınan bir Cum’a namazının geçerli olması için aşağıdaki şartların bulunması gerekir :
A) Cum’a Kılınacak Yerin Şehir veya Şehir Hükmünde Olması
Bu şart, bazı nakillere ve sahabe uygulamalarına dayanır. Hz. Ali’den
şöyle dediği nakledilmiştir : “Cum’a namazı, teşrik tekbirleri, Ramazan
ve Kurban Bayramı namazları, yalnız kalabalık şehir veya kasabalarda eda
edilir. İbn Hazm ( ö. 456/1063) bu naklin sağlam olduğunu ortaya
koymuş, Abdurrezzak aynı hadisi Ebû Abdirrahman es-Sülemî aracılığı ile
Hz. Ali’den rivâyet etmiştir. Hz. Ali’nin sözü İslâm hukukçularınca bu
konuda yeterli bir delil sayılmıştır.( Abdurrezzak, el-Musannef,
III,167-168, H. No : 5175, 5177; İbn Ebi Şeybe bunu Abbad b.
el-Avvâm’dan, benzerini Hasan el-Basrî, İbn Sîrîn ve İbrahim
en-Nehâî’den nakletmiştir; İbnu’l-Hümam, a.g.e., I, 409).
Bu konuda rivâyet edilen nakillerde geçen “kalabalık şehir” sözü İslâm hukukçularınca şöyle tarif edilmiştir :
Ebû Hanife ( ö. 150/767)’ye göre valisi, hâkimi, sokak, çarşı ve
mahalleleri olan yerleşim merkezleri “kalabalık şehir” niteliğindedir.
Ebû Yusuf ( ö. 182/798 ), halkı en büyük mescide sığmayacak kadar
kalabalık olan yerleri şehir sayarken İmam Muhammed ( ö. 189/805),
yöneticilerin şehir olarak kabul ettikleri yerleri şehir kabul eder.
İmam Şâfiî ( ö. 204/819) ve Ahmed İbn Hanbel ( ö. 241/855) bu konuda
nüfus sayısı kriterini getirir. Onlara göre, kırk adet akıllı, ergin,
hür ve mukîm erkeğin yaz kış başka beldeye göç etmeksizin oturdukları
yerleşim merkezleri şehir sayılır ve kendilerine Cum’a namazı farz olur (
es-Serahsî, a.g.e. II, 24, 25; el-Kâsânî, I, 259; el-Cezerî,
Kitabü’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Mısır ( t.y.) I, 378, 379;
Abdurrahman el-Mavsılî, el-İhtiyâr, Kahire ( t.y.) I, 81).
İmam Mâlik ( ö. 179/795)’e göre, mescidi ve çarşısı olan her yerleşim
merkezi şehir sayılır. Köy ve şehir kelimeleri eş anlamlıdır. Nüfuz az
olsun çok olsun hüküm değişmez. Cum’a namazının küçük yerleşim
merkezlerinde de kılınabileceğini söyleyenlerin dayandığı deliller
şunlardır :
1) Ebû Hüreyre ( ö. 58/677), Bahreyn’de görevli iken Hz. Ömer’e Cum’a
namazının durumunu sormuş, Hz. Ömer kendisine; “Nerede olursanız olunuz,
Cum’a namazını kılınız” şeklinde cevap vermiştir.
2) Ömer b. Abdülazîz ( ö. 101/720), komutanı Adiy b. Adiy’e yazdığı
mektupta, ( ahalisi) “çadırda yaşamayan herhangi bir köye gelince :
orasının halkına Cum’a namazı kıldıracak bir görevli tayin et” demiştir.
3) İmam Mâlik, ashâb-ı kirâmın Mekke ile Medine arasında su başlarında
Cum’a namazını kıldıklarını nakleder ve o yörelerde herhangi bir şehir
bulunmadığını belirtir ( es-Serahsî, a.g.e., II, 23, Ahmed Naim,
Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi, III, 45, 46).
4) İbn Abbas, Medine’deki Peygamber mescidinden sonra ilk Cum’a
namazının Bahreyn’de “Cuvâsâ” denilen bir köy ( karye) de kılındığını
söylemiştir ( Buhârî, Cum’a, II, ( I. s. 215); Bağavî, a.g.e., IV, 218;
İbnü’l-Hümâm, a.g.e., I, 409)
Cum’a namazının büyük yerleşim merkezlerinde kılınacağı görüşünde olan
İslâm hukukçuları yukarıdaki delilleri şöyle değerlendirmişlerdir :
1) Hz. Ömer’in sözü, ashâb-ı kirâm arasında çöllerde ve sahralarda
Cum’a namazı kılınamayacağı bilindiği için, “hangi şehirde bulunursanız
bulunun, Cum’a namazı kılın” şeklinde anlaşılmıştır.
2) Ömer b. Abdülaziz’in sözü, kişisel bir görüş olduğu için delil sayılmamıştır.
3) Kendilerinde Cum’a kılındığı bildirilen “Eyle”, Bahr-ı Kulzüm
üzerinde önemli bir iskele, “Cuvasâ” da Bahreyn’de Abdulkays’a ait bir
kaledir. Buraları “köy ( karye)” olsalar bile, devletçe tayin edilen
yöneticileri ve zabıta kuvvetleri bulunduğu için şehir hükmünde
sayılırlar ( Ahmed Naim, a.g.e., III, 46). İbn Abbas’ın sözünde, Cüvâsâ
için, “köy” denilmesi, o devirlerde buranın “şehir” sayılmasına engel
değildir. Çünkü onların dilinde karye kelimesi şehir anlamında da
kullanılıyordu. Kur’ân-ı Kerîm’de de bu anlamda kullanılmıştır. Bu
Kur’ân, iki köyden ulu bir adama indirilmeli değil miydi?” ( Zuhruf,
43/31). Âyetteki “iki köy ( karye)” den maksat Mekke ile Tâif’dir. Diğer
yandan Mekke şehrine “Ümmü’l-Kura ( köylerin anası)” adı verilmiştir (
Şürâ, 42/7). Mekke’nin şehir olduğunda şüphe yoktur. Cuvâsa da bir kale
olduğuna göre : hâkimi, yöneticisi ve âlimi vardır. Bu yüzden es-Serahsî
( ö. 490/1097), Cuvâsâ için eş anlamlısı olan “şehir ( mısr)”
kelimesini kullanır ( es-Serahsî, a.g.e, II, 23) Abdurrezzak, Hz.
Ali’nin Basra, Kûfe, Medine, Bahreyn, Mısır, Şam, Cezire ve belki
Yemen’le Yemâme’yi şehir ( mısr) kabul ettiğini belirtir ( Abdurrezzak,
a.g.e., III, 167)
Ebû Bekir el-Cassâs ( ö. 370/980), “Eğer Cum’a, köylerde câiz olsaydı,
şehir hakkında olduğu gibi, insanların ihtiyacı yüzünden, bu da
tevatüren nakledilirdi” der ve Hasan’dan, Haccac’ın şehirlerde Cum’a’yı
terkedip, köylerde ikâme ettiğini nakleder. ( el-Cassâs, Akhâmu’l-Kur’ân
V, 237, 238 )
İbn Ömer ( ö. 74/693), “Şehire yakın olan yerler, şehir hükmündedir”
derken, Enes b. Mâlik ( ö. 91/717), Irak’ta bulunduğu sırada Basra’ya
dört fersah uzaklıktaki bir yerde ikâmet eder ve Cum’a namazına kimi
zaman gelirken kimi zaman da gelmezdi. Bu durum onların Cum’a’yı yalnız
şehir merkezlerinde câiz gördüklerine delâlet eder. ( el-Cassâs, aynı
yer)
Uygulama örnekleri :
a) Allah elçisi hayatta bulunduğu sürece, Cum’a namazı yalnız Medine
şehir merkezinde kılınmış ve çevrede bulunanlar da namaz için merkeze
gelmişlerdir.
Hz. Âişe ( ö. 57/676)’den, şöyle dediği nakledilmiştir : “Müslümanlar
Hz. Peygamber devrinde Medine’ye Cum’a namazı için yakın menzil ve
avâlilerden nöbetleşe gelirlerdi” Menzil, Medine çevresindeki bağ-bahçe
evi de mektir. Avâlî ise, Medine civarında, Necid tarafında, Medine’ye
yaklaşık 2-8 mil uzaklıktaki küçük yerleşim merkezleridir. Ashâb-ı Kirâm
bu yerlerden nöbetleşe Cum’a namazına geldiklerine göre kendilerine
Cum’a namazı farz değildi. Aksi halde kendi yörelerinde Cum’a namazını
cemaatle kılmaları veya hepsinin Medine’ye gelmesi gerekirdi. Diğer
yandan Allah elçisinin Kubalılar’a, Medine’de Cum’a namazında hazır
bulunmalarını emrettiği nakledilir. Kuba, o devirde Medine’ye iki mil
uzaklıktadır.
b) Hulefâ-i râşidîn döneminde bir takım ülkeler fethedilince, Cum’a’lar
yalnız şehir merkezlerinde kılınmıştır. Bu uygulama, onların “şehir (
büyük yerleşim merkezi)” olmayı Cum’a’nın sıhhat şartı saydıklarını
gösterir. Öğle namazı farz olduğu için, onun Cum’a namazı sebebiyle
terkedilmesi kesin bir nass ( âyet-hadis) ile mümkün olabilir. Kesin
nass ise, Cum’a’nın şehir merkezlerinde kılınması şeklinde gelmiştir.
Cum’a İslâmî prensip ve emirin en büyüklerindendir. Bu da en iyi,
şehirlerde gerçekleşir. ( es-Serahsî, a.g.e., II, 23; el-Kâsânî, a.g.e.,
l, 259; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., II, 51)
Kaynaklarda verilen bu bilgiler ışığında konuyu aşağıdaki şekilde netleştirmek mümkündür.
a) Şehir ve kasabalar :
Valisi, müftüsü, İslâmî hükümleri icra edecek ve hadleri infâz edecek
güce sahip hâkimi ( kadı) ile güvenliği sağlayacak zabıtası bulunan her
yerleşim merkezi “şehir”dir. Sonraki İslâm hukukçularının eserlerinde”
yolları, köyleri, çarşı ve pazarları bulunma” özelliği üzerinde
durulmamıştır. Çünkü bir şehir veya kasabada bu özellikler zaten vardır.
Böyle bir kasabanın gerek mescidinde ve gerekse “musallâ ( namazgâh)”
denen yerlerinde Cum’a namazı kılınabilir. Bunda görüş birliği vardır (
İbn Âbidin, a.g.e., I, 546, 547 vd.) Bu tarife göre, vilâyet ve kaza
merkezleri şehir sayılır. Bunların durumu, şehir olduklarında şüphe
bulunmayan Mekke ile Medine’nin durumuna benzer.
b) Şehir hükmünde olan yerler :
En büyük mescidi, Cum’a namazı ile yükümlü olanları almayacak kadar
kalabalık olan yerleşim merkezleri de “şehir” hükmündedir. Bu, Ebû
Yûsuf’un şehir tarifine uygundur. Sonraki İslâm hukukçularının çoğu, bu
görüşü izlemişlerdir. Bu yerler resmi bir görevli bulununca, İmam
Muhammed’in şehir tarifine de uygun düşer ( es-Serahsî, a.g.e., II, 23,
24; el-Kâsânî, a.g.e., 259, 260; el-Mavsılî, a.g.e., I, 81; el-Cezirî,
a.g.e., I, 378, 379). Bu ölçüye göre, nâhiye merkezleri ile pek çok
büyük köyler de şehir hükmünde olur.
B) Devletin İzninin Bulunması
Cum’a namazının sahih olması için “devlet temsilcisinin izni” problemi
de İslâm hukukçularınca tartışılmıştır. Bu iznin gerekli olduğunu
söyleyenler olduğu gibi aksini savunanlar da bulunmuştur. Biz aşağıda
her iki görüşü ve delillerini vererek, konuyu değerlendirmeye
çalışacağız.
1) Hanefilerin görüşü :
Hanefi hukukçularına göre, Cum’a namazı için izin gereklidir.
Dayandıkları delil Câbir b. Abdullah ve İbn Ömer’den nakledilen ve
yukarıda da daha uzun bir şekilde kaydettiğimiz şu hadistir : “Kim Cum’a
namazını ben hayatta iken veya benden sonra adaletli ve câir ( zâlim)
bir imamı ( önderi varken, onu küçümseyerek veya inkâr ederek terkederse
Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve işini bitirmesin” ( İbn
Mâce, İkâme, 78 ) İbn Mâce bu hadisin senedinde bulunan Ali b. Zeyd ve
Abdullah b. Muhammed el-Adevî sebebiyle isnâdı zayıf sayar. Heysemî,
hadisin benzerini naklettikten sonra şöyle der : Bu hadisi Taberanî,
el-Evsat’ında nakletmiştir. Oradaki senedde Musa b. Atıyye el-Bâhilî
vardır. O’nun biyografisini bulamadım. Geri kalan râviler güvenilir. (
Mecmau’z-Zevâid, II, 169, 170) Bu hadiste, Cum’a’nın farzolması için
adaletli veya adaletsiz bir yöneticinin bulunması öngörülmüştür. Cum’a
namazı büyük cemaatle kılınacağı ve hutbede topluma hitap edileceği için
onun toplum düzeni ile yakından ilgisi vardır. Devletten izin alma
şartı aranmazsa fitne çıkabilir. Cum’a kıldırmak ve hutbe okumak bir
şeref vesilesi sayılarak rekabet doğabilir. Bazı kimselerin çekişme ve
ihtirasları cemaatin namazını engelleyebilir. Camide bulunan her grubun
namaz kıldırmak istemesi, Cum’a’dan beklenen faydayı yok eder. Bir grup
kılarak, diğerleri çekilse yine amaca ulaşılmaz. Kısaca hikmet ve toplum
psikolojisi bakımından da Cum’a’nın İslâm devletinin kontrolünde
kılınması gereklidir.
Ancak yöneticiler Cum’a’ya ilgisiz kalır ve önemli bir sebep olmaksızın
müslümanları namaz kılmaktan alıkoymak isterse, onların bir imamın
arkasında toplanarak Cum’a namazı kılmaları mümkündür. İmam Muhammed, bu
konuda şu delili zikreder : Hz. Osman, Medine’de kuşatma altında iken,
dışarıda bulunan sahabiler Hz. Ali’nin arkasında toplanmış ve o da Cum’a
namazını kıldırmıştır. ( el-Kâsânî, a.g.e., I, 261;
el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I,146; İbn Âbidin, a.g.e., I, 540) Bilmen, bunun
dâru’l-harpte mümkün ve câiz olduğunu belirtir ( Bilmen, Ömer Nasuhi,
Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 162)
Devlet başkanı veya valilerin bizzat Cum’a namazı kıldırmaları gerekli
midir?. İbnü’l-Münzir şöyle der : “Öteden beri Cum’a namazını, devlet
başkanı veya onun emriyle kıldıracak bir kimsenin kıldırması şeklinde
uygulama yapılmıştır. Bunlar bulunmazsa, halk öğle namazı kılar” ( Ahmed
Naîm Tecrid-i Sarih Tercümesi, III, s. 48 )
Burada şunu belirtelim ki, yukarıda kaydettiğimiz hadisten imam ya da
müslümanların halifesi yoksa, Cum’a namazı kılınamaz, diye bir hüküm
çıkarmak mümkün değildir. Bu hadisin ilgili bölümlerinin anlattığı,
“ister adil, isterse de zâlim olsun bir imamın varlığına rağmen” Cum’a
terk edilecek olursa, belirtilen tehditlerle karşı karşıya
kalınacağından ibarettir. Çünkü hadis, “imam yoksa Cum’a namazı
kılamazsınız” demiyor, olduğu halde kılınmazsa, son derece tehlikeli
tehditlerde bulunuyor. İmamın yokluğu halinde kılınmayacak olursa o
takdirde bu hadisten, olsa olsa tehditlerin daha hafif olacağı sonucuna
varılabilir. O da en müsamahalı bir istidlâl olur.
İçtihada dayalı olarak ileri sürülmüş gerekçelerin dışında, Cum’a
namazının kılınması için şart kabul edilen ve eda şartları arasında
sayılan imamın varlığı şartının nakli bir delili yoktur. Ayrıca bu şart,
yalnızca Hanefî mezhebinde öngörülmüş bir şarttır. Dolayısıyla terki
halinde terettüp edeceği bildirilen bir takım tehditlere maruz kalmamak
için, en azından ihtiyaten böyle bir şartı öngörmeyen diğer mezhep
imamlarının görüşlerine uyularak kılınması gerekir. Diğer taraftan
kaynaklarda hadis diye belirtilen : “Dört şey vardır ki, veliyyul
emirlere aittir : Cihad’tan elde edilen ganimetlerin paylaştırılması
zekât’ın toplanması, hudut ( şer’i cezaların tatbiki) ve Cum’a’ları
kıldırmak.” ifadeleri ise hadis değildir. Fethu’l-Kadir’de ( II, 412)
bunun İmam Hasan el-Basrî’ye ait bir söz olduğu belirtilmiştir. Son asır
alimlerinden Seyyid Sâbık da “Fıkhu’s-Sünne” adlı esrinde ( 1, 306)
bunun aynı şekilde Hasan’ü’l Basrî’ye ait bir söz olduğunu
kaydetmektedir. O halde böyle bir şartın öngörülmesi için dayanak teşkil
edebilecek nakli bir detil elde mevcut değildir. Bu konuda ileri
sürülen bu şartın sebebi, yalnızca karışıklık çıkma ihtimaline dayalı
bulunmaktadır.
Veliyyü’l-Emr yoksa
Veliyyü’l-Emr ve izn-i sultânî diye belirtilen hususun
gerçekleşebilmesi için, müslümanların başında en azından zâlim de olsa-
bir yöneticinin bulunması zorunludur. Başa geçmiş bulunan yöneticinin,
İslâm’ı kabul etmesi ise onun, müslümanların veliyyü’l-emr’i olarak
görülmesinin asgarî şartıdır.
Şunu da belirtelim ki, bu durumu şu anda bir vakıa olarak yaşıyan
bizleri, İslâm fakihleri de düşünmüş ve böyle bir durum halinde
müslümanların ne şekilde davranabileceklerini, daha doğrusu davranması
gerektiğini belirtmişlerdir. Şimdi bu konuda onların neler
söylediklerine kısaca bir göz atalım :
Bu konuda İbn Nüceym der ki :
“Şayet hiç bir şekilde kadı veya ölmüş olan halifenin ( yerine geçmiş)
halifesi yoksa, âmme de bir kişinin ( Cumu’a namazını kıldırmak üzere)
öne geçirilmesi üzerinde ictimâ edecek olsalar, zaruret dolayısıyla
caizdir.” ( İbn Nuceym, el-Bahrü’r-Râik, II, I55).
Buradaki : “zaruret dolayısıyla caizdir” ifadesi üzerinde kısaca
duralım : Anlaşılıyor ki, Cum’a namazı, herhangi bir şartının eksik
olması dolayısıyla terk edilmesi tavsiye edilen bir durum değildir.
Aksine bu gibi durumlarda -bu şartların gerçekleşme imkânı
bulunmadığından- zaruret hükümleri ile amel etmek söz konusudur. Buna
göre her halükarda cuma namzı kılmak gerekir. Eğer bazı şartlar eksik
olursa kılınmasa da dememiş. Nüceym gibi eşsiz fıkıh çalışmaları olan
bir âlim : “Zaruret dolayısıyla caizdir” gibi bir ifade kullanmaz,
“Cum’a namazı sâkıt olur” demesi gerekirdi.
Cuma namazı kaç rekattır? Efendimiz genelde cuma namazını kaç rekat kılmıştır?
Cuma namazının farzı iki rekattır. Cumanın farz olan bu iki rek`atından
ayrı olarak, dördü farzdan önce, dördü de farzdan sonra olmak üzere,
sekiz rek`at da sünneti vardır. Vakit girdikten sonra, önce cumanın dört
rek`atlı ilk sünneti kılınır. Ondan sonra camiin içinde iç ezan okunur.
Ezandan sonra hatib minbere çıkar ve hutbe okur. Hutbe bittikten sonra,
mihraba geçerek imam olur ve cemaatle iki rek`at cuma namazı kılınır.
Bu iki rek`at farzdan sonra, cemaat dört rek`at da cumanın son sünnetini
kılarlar. Böylece cuma namazı tamamlanmış olur.
Bundan sonra biri dört, diğeri iki rek`at olarak kılınan iki namaz daha
vardır ki, bunlar cuma ile ilgili değildir. Dört rek`atlı olan cumanın
ilk sünneti gibi kılınır. İstenirse, son iki rek`atta sûre okunmadan da
kılınabilir ( öğlenin farzı gibi). Kılınan bu namazın ismi, Zuhr-i
âhirdir. Niyet şöyle yapılır : “Niyet ettim vaktine yetişip de henüz
üzerimden sâkıt olmayan son öğle namazına.” Bu namaz şayet cuma
namazının sahih olmama durumu olursa, o günün öğle namazı yerine geçmesi
için fakîhler tarafından düşünülmüş bir tedbirdir. Şayet cuma namazı
sahih olmuşsa, bu namaz kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kaza
borcu olmayan için ise, nafile namaz hükmünü alır. Zaten cumanın
sünneti gibi kılınmasının efdal olması da bu sebebdendir. Zuhr-i âhirden
sonra da, iki rek`at vaktin sünneti diye bir namaz kılınır. Bu iki
rek`at, sabah namazının kazâsı olarak da kılınabilir.
Nafile Namazlar Nelerdir? Nasıl Kılınırlar?
Nafile Namazlar Nelerdir?
Teheccüd Namazı (Gece Namazı)
İşrak Namazı
Duhâ (Kuşluk) Namazı
Evvabin Namazı
Abdest Şükür Namazı
Tahiyyetü’l Mescid Namazı
Yolculuk Namazı
Küsüf Ve Husuf Namazı
Şükür Namazı
Tesbih Namazı
İstihâre Namazı
Tevbe Namazı
Hâcet Namazı
Zelzele Namazı
Teheccüd Namazı (Gece Namazı)
Teheccüd, Gecenin Üçte İkisi Geçtikten Sonra, İmsak Vakti Girinceye
Kadar Kılınan Nafile Bir Namazdır. En Azı İki Rekat, En Çoğu On İki,
OrtasıSort Bridesmaid dresses Black bridesmaid dresses İse Sekiz
Rekattır. İki Rekatta Bir Selam Verilecek İse Biliniyorsa Sabah
Namazının Sünneti Gibi, 4 Rekatta Bir Selam Verilecekse Biliniyorsa
Yatsı Namazının Sünneti Gibi Kılınır. Eğer 2 Den Fazla Rekat Kılmak
İstiyorsanız Bu İki Rekatı Aynı Şekilde Tekrarlayarak
Gerçekleştirebilirsiniz.
Rekatta
Sübhâneke Okunur
Fatiha Suresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur . Meselâ İnnâa’taynâ… Okunur
2. Rekatta
Fâtiha Sûresi
Zamm-I Sure Okunur. Meselâ, İnnâa’taynâ Okunur
2- İşrak Namazı
Güneş Doğduktan 45-50 Dakika Sonra Kılınan Bir Namazdır. İki Rekattır
Normal Vakit Namazı Kılar Gibi Fatiha’dan Sonra Zammı Sure Okunup Kılınır.
Rekatta
Sübhâneke Okunur
Fatiha Suresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur . Meselâ İnnâa’taynâ… Okunur
2. Rekatta
Fâtiha Sûresi
Zamm-I Sure Okunur. Meselâ, İnnâa’taynâ Okunur
3- Duha Namazı (Kuşluk Namazı)
Duha Namazının Faziletli Olduğu An Güneş Doğduktan İki Saat Sonrasıdır. İki Rekattan On Rekata Kadar Kılınır.
İki Rekatta Bir Selam Verilerek Kılınması Daha Faziletlidir. İki
Rekatta Bir Selam Verilerek Kılınırsa Sabah Namazının Sünneti Gibi
Kılınır. Dört Rekatta Bir Selam Verilerek Kılınırsa İkindi Namazının
Sünneti Gibi Kılınır.
Rekatta
Sübhâneke Okunur
Fatiha Suresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur . Meselâ İnnâa’taynâ… Okunur
2. Rekatta
Fâtiha Sûresi
Zamm-I Sure Okunur. Meselâ, İnnâa’taynâ Okunur
4- Evvabin Namazı
Akşam Namazının Sünnetinden Hemen Sonra, İki Rekattan Altı Rekata Kadar Kılınır.
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
5- Abdest Şükür Namazı
Abdest Veya Gusül Alındıktan Sonra Vakit Müsaitse, Yaşlık Kuruyacak
Kadar Bir Zaman Geçmeden İki Rekat Namaz Kılınması Menduptur.
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
6- Tahiyyetü’l Mescid Namazı
Tahiyye Selam Vermek Demektir. Tahiyyetü’l Mescid, Mescidi Yani Camiyi
Selamlamak Demektir. Tahiyyetü’l Mescid Namazı, Mescide Girildiğinde
Daha Oturmadan Kılınmalıdır. Faziletli Olan Budur.
İki Rekattır
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
7- Yolculuk Namazı
Sefere Çıkan Kimseye, Abdest Alıp İki Rekat Namaz Kılmak Menduptur.
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
8- Küsuf Ve Husuf Namazı
Güneş Ve Ay Tutulması Namazı Sünnettir. Güneş Açılıncaya Kadar Dua İle
Meşgul Olunur. İmam’ın Güneş Tutulması Namazını Cemaatla Kıldırmasında
Bir Mahzur Yoktur. Ay Tutulma Namazı İse Cemaatsiz Kılınır.
İki Rekattır
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
9- Şükür Namazı
Allâh Teâlâ’nın İhsân Etmiş Olduğu Sayısız Nimetlere Şükretmek Bütün
İnsanların Yerine Getirmesi Gereken Bir Borçtur. Şükür, Verilen Nimeti
Arttırır. Peygamber Efendimiz –Sallallâhu Aleyhi Ve Selem- Sevindiğinde
Veya Sevindirici Bir Haber Aldığı Zaman Allâh’a Şükretmek İçin Secdeye
Kapanır Ve Namaz Kılardı.
İki Rekattır
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
Tesbih Namazı
Günahların Afvına Vesîle Olan Tesbih Namazı 4 Rekattır. Bu Namazı Kılabilmek İçin Tesbihi Ezbere Bilmek Gerekir.
Her Rekatında 75 Kere “Sühbhânallâhi Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe
İllallâhü Vallâhü Ekber Ve Lâ Havle Ve Lâ Kuvvete İllâ
Billâhil-Aliyyil-Azıym” Denilir.
Bu Namaz Gündüz Kılınırsa 4 Rekatta Bir Selam Verilir. Gece Kılınırsa 2
Rekatta Bir Selam Verilir. Tesbih Namazında Her Rekatta Okunan Teşbih
Adedi 75 Dir. Dört Rekatta 300 Tesbih Okunmuş Olur.
Rekatta
Sübhaneke Okunur
Ardından 14 Defa “Sübhânallâhi Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllallâhü
Vallâhü Ekber” Dedikten Sonra Sonuncusunda (Onbeşincisinde) Sübhânallâhi
Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllalllâhü Ekber Ve Lâ Havle Kuvvete İllâ
Billâhil-Aliyyil-Azıym” Diyerek 15 Tesbihi Tamamlarız.
Fatiha Suresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur. Mesela , İnnâa’taynâ..
Ardından 9 Defa “Sübhânallâhi Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllallâhü
Vallâhü Ekber” Dedikten Sonra Sonuncusunda (Onuncusunda) Sübhânallâhi
Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllalllâhü Ekber Ve Lâ Havle Kuvvete İllâ
Billâhil-Aliyyil-Azıym” Diyerek 10 Tesbihi Tamamlarız.
2. Rekatta
14 Defa “Sübhânallâhi Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllallâhü Vallâhü
Ekber” Dedikten Sonra Sonuncusunda (Onbeşincisinde) Sübhânallâhi
Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllalllâhü Ekber Ve Lâ Havle Kuvvete İllâ
Billâhil-Aliyyil-Azıym” Diyerek 15 Tesbihi Tamamlarız
Fatiha Suresi Ve Ardından Zamm-I Sure Okunur.
Ardından 9 Defa “Sübhânallâhi Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllallâhü
Vallâhü Ekber” Dedikten Sonra Sonuncusunda (Onuncusunda) Sübhânallâhi
Vel-Hamdü Lillâhi Ve Lâ İlâhe İllalllâhü Ekber Ve Lâ Havle Kuvvete İllâ
Billâhil-Aliyyil-Azıym” Diyerek 10 Tesbihi Tamamlarız.
Aynı Şekilde İki Rekat Daha Kılınarak 4 Rekata Tamamlanır.
İstihare Namazı
Bir Şeyin Kendisi Hakkında Hayırlı Olup Olmadığına Dair, Manevi Bir
İşarete Kavuşmak İçin Kılınan Bir Namazdır. Namazdan Sonra İstiare Duası
Okunur.
(Allâhumme İnnî Estehîruke Bi-İlmike Ve Estakdiruke Bikudratike Ve
Es’eluke Min Fadlike’l-Azîm. Feinneke Takdiru Velâ Ekdiru Ve Ta’lemu
Vela Â’lemu Ve Ente Allâmu’l-Ğuyûb. Allâhumme İn Kunte Ta’lemu Enne
Haza’l, Emre Hayrun Lî Fî Dînî Ve Meâşî Ve Âkibeti Emrî Âcili Emrî Ve
Âcilihi Fakdirhu Lî Ve Yessirhu Lî Summe Bârik L”İ Fîh. Ve İn Kunte
Tâ’lemu Enne Hâza’l-Emre Şerrun Lî Fî Dînî Ve Meâşî Ve Âkibeti Emri
Âcili Emrî Ve Acilihî Fasrifhu Annî Vasrifnî Anhu Va’kir Liyelhayra
Haysu Kâne Sume Ardinî Bih.)
İki Rekattır
İlk Rekatta Fatiha Suresi Ve Kâfirun Suresi Okunur
İkinci Rekatta Sadece Fatiha Suresi Ve İhlas Suresi Okunur.
Oturuşta İse Diğer Namazlarda Olduğu Gibi Ettehiyyâtü, Allâhümme Salli,
Allâhümme Barik, Rabbenâ Duaları, Rabbenââtina Ve Rabenâgfirli Okunur.
Ardından İstihare Duası Yapılır. Tesbih İsteğe Bağlıdır
Tevbe Namazı
Allâh’a Karşı Bir Gaflet Eseri Olarak Veya Nefse Uyarak Günah
İşlendiğinde Onun Kefareti Olarak Büyük Bir Nedâmet İçerisinde O’na
Teveccüh Etmek Gerekmektedir
Tevbe Namazı İki Rekattır.
Rekatta Sübhâneke Okunur
Fâtiha Suresi Okunur.
Zamm-I Sure Okunur
2. Rekatta Fâtiha Sûresi Okunur
Zamm-I Sure Okunur
Hacet Namazı
Hacet Namazının Perşembeyi Cumaya Bağlayan Gecelerde Veya Kandil
Gecelerinde Kılınması Asıldır. Ama Bütün Gecelerde Kılınabilir.
4 Rekattır
Rekatta
Subhaneke Okunur
Fatiha Suresi Okunur
3 Âyetel Kürsî Okunur
2. Rekatta
Fatiha Suresi Okunur
İhlas Suresi Okunur
Felak Ve Nas Sureleri Okunur
Rekatın Sonunda Ettehiyyâtü Okunur
3. Rekatta
Fatiha Suresi Okunur
İhlas Suresi Okunur
Felak Ve Nas Sureleri Okunur
4. Rekatta
Fatiha Suresi Okunur
İhlas Suresi Okunur
Felak Ve Nas Sureleri Okunur
Zelzele Namazı
Hicretin Beşinci Yılında Medine’de Zelzele Olmuştu. Peygamber Efendimiz
(S.A.S.): “Rabbiniz Sizi, Hoşnut Olacağı Duruma Döndürmek İstiyor. Öyle
Olunca Siz De Onun Hoşnutluğunu Dileyiniz!” Buyurdu.
İbn-İ Abbas (R.A.) Zelzele Dolayısıyla Altı Rükû Ve Dört Secde İle Namaz Kıldırdığı, Rivâyet Edilmektedir.
Namazda En Çok Yapılan 24 Yanlış
1. İkamet Okunduktan Sonra Nafile Namaz Kılmak
Ebu Hureyre! (r.a)’tan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Namaza kamet getirildiği zaman farz namazdan başka bir namaz yoktur.”
| Ebu Dâvud, Salatu’t-Tatavvu’ 5, 1266; Tirmizî, Salat 312, 421; Nesâî, İmame 60; İbn Mâce, İkametu’s-Salat 103, 1151.
2. Namaz Esnasında Bakışları Kaldırmak
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bazı kimselere ne oluyor ki, namazlarında gözlerini semaya dikiyorlar?” Sonra sözünü daha da şiddetlendirdi ve:
“Ya bundan vaz geçerler, ya da gözlerinin nuru alınır da kör olurlar” buyurdu.
| Buhârî, Ezân 92. Ayrıca bk. Müslim, Salât 117; Ebû Dâvûd, Salât 163; Nesâî, Sehv 9; İbni Mâce, İkâme 67.
3. Tekbir Getirirken Elleri Kaldırmamak
İbn Ömer (r.a.)’dan yapılan rivayette, demiştir ki:
“Peygamber (a.s.) Efendimiz namaza kalktığı zaman ellerini omuz
seviyesini buluncaya kadar kaldırdıktan sonra tekbîr getirirdi…”
| Burahî, Muslîm
Abdulcebbar b. Vail (r.a), babasından naklederek, babası Vail,
“Rasûlullah (s.a.v)’i namaza başlarken ellerinin baş parmaklarını kulak
memelerinin hizasına kadar kaldırdığını gördüğünü söyledi.”
| Dârimi, Salat: 31; Ebû Davud, Salat: 116
4. Namazda Sağa Sola Bakmak
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e namazda başı sağa sola çevirmenin hükmünü sordum.
Peygamberimiz: “Bu, kulun namazından bir miktarını şeytanın kapıp aşırmasıdır” buyurdu.
| Buhârî, Ezân 93, Bed’ü’l-halk 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 161; Tirmizî, Cum’a 59; Nesâî, Sehv 10
5. Namazda Ellerini Bağlamadan Durmak
Sehl b. Saad (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
“İnsanlar sağ ellerini namaz kılarken sol kolları üzerine koymakla emrolunurlardı.”
| Buharî
6. Namazları Hızlıca Kılıp Rükunların Hakkını Vermemek
“İnsanların hırsızlıkta en ileri olanı, kendi namazından çalan kimsedir.”
“Ey Allah’ın Resulü, kişi namazından nasıl hırsızlık yapar?” denildi. Resulullah,
“Rukûunu ve secdesini tam yapmaz. Bu namazdan çalmaktır. İnsanların en
cimrisi de selâm (verip alma) da cimri davranandır.” buyurdu.
| Müsned-i Ahmed b. Hanbel, III/70).
7. Secdede Ayakları Kaldırmak
Abdullah b. Abbas anlatıyor: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Yedi kemik (bir rivayette yedi uzuv) üzerinde secde etmekle
emrolundum: Bunlar; alın -burnuna da eliyle işaret etti.- (Böylece
burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak
uçları) dır. Bir de elbise ve saçlarımızı toplamamakla (emrolunduk).”
| Buharî, Ezan, 133-134
8. Secdede Burnu Yere Değdirmekten Kaçınmak
Abdullah b. Abbas anlatıyor: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Yedi kemik (bir rivayette yedi uzuv) üzerinde secde etmekle
emrolundum: Bunlar; alın -burnuna da eliyle işaret etti.- (Böylece
burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak
uçları) dır. Bir de elbise ve saçlarımızı toplamamakla (emrolunduk).”
| Buharî, Ezan, 133-134
9. İmam İle Yarışmak veya Onunla Hareket Etmek
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz, imamdan önce başını (rükû veya secdeden) kaldırdığı
zaman, başını Allah Teâlâ’nın merkep başına veya suretini merkep
suretine çevirmesinden korkmuyor mu?”
| Buhârî, Ezân 53; Müslim, Salât 114-116. Ayrıca bk. Tirmizî, Cum’a 56;
Ebû Dâvûd, Salât 75; Nesâî, İmâmet 38; İbni Mâce, İkâme 41
10. Secdede Kolları Yere Yapıştırmak
Rasûlüllah (asv) buyuruyor:
“Sizden biriniz secde ettiği vakit ellerini köpeğin döşediği gibi döşemesin, uyluklarını bitiştirsin.”
| Ebu Davud, II, 48
11. Cemaate Yetişmek İçin Camiye Koşmak
Namaza geleceğiniz zaman yürüyerek (normal adımlarla) gelin. Sekinet ve
vakarı elden bırakmayın. Yetiştiğiniz kadarını (imamla) kılar,
kaçırdığınızı tamamlarsınız.
| Buharî, Ezan: 21- Müslim, Mesâcid: 154
12. Sütre (engel) Koymadan Namaz Kılmak
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Sizden biriniz namaz kıldığı zaman önüne bir şey koysun, hiç bir şey
bulamazsa bir sopa diksin, sopa da yoksa, önüne bir çizgi çizsin, bundan
sonra önünden ne geçerse geçsin ona-zarar vermez.
| İbn Mâce, ikâme 36; Ahmed b. Hanbel, II, 249, 255, 266. Sünen-i Ebu Davud
13. Sonradan Cemaate Yetişen Brinin İmamın Ayağa Kalkmasını Beklemesi
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Siz mescide geldiğinizde (cemaatle namaza başlanmış ise), imam (kıyam,
rüku, secde, kuud) hangi hal üzere olursa olsun hemen uyun ve yapmakta
olduğunu yapın.
| Tirmizî
14. Rükundan Sonra Tam Doğrulmamak
Namazı nasıl kılacağını soran birine Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“…sonra rükû’a var, vücudun tam istikrar buluncaya kadar bekledikten
sonra başını kaldır ve ayakta tam doğruluncaya kadar dur…”
| Etaü Dâvud – Buharî 15. Tirmizî/ salât; 110, isti’zan; 4. Nesâî/istif-tah;7, tatbiyk 15, sehv 67. İbn
Mâce:72
15. Rüku’da Yeterince Eğilmemek
Hz. Aişe’den gelen bir rivayete göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Rükû’a vardığında başını ne kaldırır, ne de eğerdi, bu ikisi arasında
bir ölçüde tutardı. Rükû’dan başını kaldırdığında, iyice doğrulup
ayakta durmadıkça secde yap-mazdı. Secdeden başını kaldırınca, iyice
oturmadan ikinci secdeyi yapmazdı.
| Ebû Dâvud/salât: 122.İbn Mâce/ikamet: 4, Ahmed, 6/31, 171, 194, 281
16. Namazda Elbiseyi Toplamak/Kolları Sıvamak
Abdullah b. Abbas anlatıyor: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Yedi kemik (bir rivayette yedi uzuv) üzerinde secde etmekle
emrolundum: Bunlar; alın -burnuna da eliyle işaret etti.- (Böylece
burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak
uçları) dır. Bir de elbise ve saçlarımızı toplamamakla (emrolunduk).”
| Buharî, Ezan, 133-134
17. Omuzları Örtmeyen Giysi İle Namaz Kılmak
Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.s):
“Hiçbiriniz üzerinde bir tek kumaş varken onun bir mikdârım boynunun
kökü ile omuz başları arasına dolamaksızın namaz kılmasın ” buyurdu.
| Yânî, bu takdîrde musallî nasıl yapar. Kumaş dar olduğu zaman, kumaşı
bele bağlayıp izâr edinmesi ve yukarıdan Örtünmemesi lâzım gelir. Çünkü
o dar kumaşı yukarıdan Örtünmek, avret yerinin açılmasına sebebdir.
| Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/457.
18. Resim/Fotoğraf Gibi Görüntülerin Olduğu Yerde Namaz Kılmak
Âişe onunla odasının bir tarafını örtmüştü. Peygamber (s.a.v) ona: “Şu
kırâmım karşımızdan gider. Zîrâ onun tasvirleri, namazımda bana görünüp
duruyor” buyurdu.
| Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/470-471
19. Namaz Kılanın Önünden Geçmek
Ebû Cuheym de şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Namaz
kılanın önünden geçen kimse, üzerine ne kadar günâh aldığını bilseydi,
onun önünden geçmektense kırk (zaman yerinde) durmayı daha hayırlı
bulurdu”.
| Râvî Mâlik ibn Enes dedi ki: Râvî Ebu’n-Nadr: Kırk gün mü, yâhud ay mı, yâhud yıl mı dedi bilemiyorum, dedi.
20. Saflar Arası Boşluk Bırakmak
Câbir İbni Semüre radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem evinden çıkıp yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
– “Meleklerin Rableri huzurunda saf bağlayıp durdukları gibi saf bağlasanız ya!”
Bunun üzerine biz:
– Yâ Resûlallah! Melekler Rablerinin huzurunda nasıl saf bağlayıp dururlar? diye sorduk. Şöyle buyurdu:
– “Onlar öndeki safları tamamlayıp birbirine perçinlenmiş gibi bitişik dururlar.”
| Müslim, Salât 119. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 93; Nesâî, İmâmet 28; İbni Mâce, İkâmet 50
21. Secdede Ayakları Kaldırmak
Abdullah b. Abbas anlatıyor: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Yedi kemik (bir rivayette yedi uzuv) üzerinde secde etmekle
emrolundum: Bunlar; alın -burnuna da eliyle işaret etti.- (Böylece
burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak
uçları) dır. Bir de elbise ve saçlarımızı toplamamakla (emrolunduk).”
| Buharî, Ezan, 133-134
22. Secdede Elleri Kaldırmak
Abdullah b. Abbas anlatıyor: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Yedi kemik (bir rivayette yedi uzuv) üzerinde secde etmekle
emrolundum: Bunlar; alın -burnuna da eliyle işaret etti.- (Böylece
burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak
uçları) dır. Bir de elbise ve saçlarımızı toplamamakla (emrolunduk).”
| Buharî, Ezan, 133-134
23. Namazda Safları Düzgün Tutmamak
Nu’man b. Beşîr (R.A.)’den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir-. «Ya saflarınızı iyice
düzeltirsiniz, yoksa yüzleriniz arasında Allah’a muhalefet edersiniz!.
| Buharı/ezan: 71. Müslim/salak 127, 128. Ebû Davud/salat 93.
Tirraizı/me-vakiyt: 53. İbn Mâce/ikameti 50. Ahmed; 4/271, 272, 277
24. İki Ayağı Yayarak Oturmak
“..Resûlüllah (s.a.s) Efendimiz iki secdeden sonra oturunca sol ayağını
yere yatırıp üzerine oturur, sağ ayağım ise dik tutardı…”
Namazda Okunan Tesbih ve Duaların Anlamları
Sübhanallah : Allah bütün noksanlıklardan uzaktır
Elhamdülillah : Hamd ( Övgü ) Allahadır
Allahuekber : Allah en büyüktür.
Semi’allahu limen hamideh : Allah kendine hamd edeni işitir
Rabbena lekelhamd : Rabbimiz, hamd sanadır.
Sübhanerabbiyelazim : Büyük olan rabbim her türlü kusurdan uzaktır.
Sübhanerabbbiyel a’la : Yüce olan rabbim her türlü kusurdan uzaktır.
Esselamu aleykum ve rahmetullah: Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Allahumme ente’s-selamu ve minke’s-selam tebarek-te ya-zel celali vel ikram:
Allah’ım! sen kurtuluş merciisin.Esenlik ve güvenlik sendedir.Ey azamet ve kerem sahibi Allah’ım! Senin şanın çok yücedir.
Ala resulina Muhammedin salavat: Peygamberimiz H.Z Muhammet (s.a.s) e salavat getirin.
Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed: Yarabbi Muhammed aleyhisselam ve aline salat ve selam olsun.
Subhanallahi ve’l-hamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyul azim: Allah eksik sıfatlardan beridir.Hamd Allah’ındır.Allah’tan başka ilah
yoktur ve Allah en büyüktür.Allah’tan başkasında güç kudret yoktur.
Lailahe illallahu vahdehu-la şerikeleh lehül mülkü velehüd hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir:
Eşsiz olan ve oratgı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur.Hükümdarlık onundur, hamd onadır ve o her şeye güç yetirendir.
Sübhane Rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhab : Çok bahşedenlerin en yücesi olan rabbim!Sen noksan sıfatlardan münezzehsin.
Namazda okunan dualar
Sübhaneke
Sübhanekellahümme Ve bihamdik Ve tebara kesmük Ve teala ceddük (Ve celle senaük * ) Ve lailahe ğayrük.
Allahım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih
eder ve överim. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür.
Senden başka tanrı yoktur.
Namazlarda ayakta iken okunur.
Okunduğu yerler: Her namazın ilk rek’atinde, iftitah tekbirinden sonra.
İkindi namazının sünnetinde, üçüncü rek’ate kalkınca Fatiha’dan önce.
Yatsı namazının ilk sünnetinde, üçüncü rek’ate kalkınca, Fatiha’dan
önce. Teravih namazı dört rek’atte bir selam verilerek kılınıyorsa,
üçüncü rek’ate kalkıldığı zaman, Fatiha’dan önce. Cenaze namazında,
birinci tekbirden sonra.
* Ve celle senaaük yalnızca cenaze namazlarında kullanılır.
Ettehiyyatü
Ettehıyyatü lillahi vessalevatü vettayibatü esselamüaleyke
eyyühennebiyyü ve rahmetüllahi ve berakatühü esselamü aleyna ve ala
ıbadillahis salihin Eşhedü ella ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühü ve rasulüh.
Her türlü kavli, bedeni ve mali ibadetler Allah’a mahsustur. Ey şanı
yüce Peygamber, selam ve Allah’ın rahmetiyle bereketleri senin üzerine
olsun ve selam bizlere ve Allah’ın salih kulları üzerine olsun. Ben
şehadet ederim ve yakinen bilirim ki, Allah’tan başka hiçbir ilah
yoktur. Ve şehadet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve
Resulüdür.
Okunduğu yerler: Namazların her oturuşunda okunur.
Allahumme Salli
Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin kema salleyte ala ibrahime ve ala ali ibrahime inneke hamidün mecid.
Allah’ım Hz.Muhammed ve aline, Hz.İbrahim’e ve aline rahmet ettiğin gibi rahmet eyle
Allahumme Barik
Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin kema barekte ala ibrahime ve ala ali ibrahime inneke hamiydün mecid
Allah’ım Hz.Muhammed ve aline, Hz.İbrahim’e ve aline mübarek kıldığın gibi mübarek kıl.
Okundukları yerler: Bütün namazların son oturuşlarında Ettehıyyatü’den
sonra. İkindi namazının sünneti ile yatsının ilk sünnetinin birinci
oturuşunda Ettehıyyatü’den sonra. Cenaze namazında ikinci tekbirden
sonra.
Rabbena Atina
Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahirati haseneten ve kına azabennar
Ey Rabbimiz, bize dünyada ve ahirette iyi hal ver ve bizi o ateş azabından koru.
Rabbenağfirli
Rabbenağfirli ve liva lideyye ve lil mü’minine yevme yekumül hisab
Ey Rabbimiz, hesab günü geldiği zaman bizi mağfiret et. Anne ve babamı ve müninleri de mağfiret et.
Okundukları yerler: Namazlardaki oturuşlarda Allahümme salli ve Allahümme Barik’ten sonra,
Kunut Duaları
Allahümme inna nesteinüke ve nestağfirüke ve nestehdike ve nü’minü bike
ve netubü ileyk. Ve netevekkelü aleyke ve nüsni aleykel-hayra küllehu
neşküruke ve la nekfüruke ve nahleu ve netrukü men yefcüruk.
Allahım! Senden yardım isteriz, günahlarımızı bağışlamanı isteriz, razı
olduğun şeylere hidayet etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tevbe
ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır
ile öğeriz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkar etmez ve onları
başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkar eden ve sana karşı geleni
bırakırız.
Allahümme iyyake na’büdü ve leke nüsalli ve nescüdü ve ileyke nes’a ve
nahfidü nercu rahmeteke ve nahşa azabeke inne azabeke bilküffari mülhık.
Allahım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için
kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana
yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle
yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız,
şüphesiz senin azabın kafirlere ve inançsızlara ulaşır.
Okundukları yerler: Vitir namazının üçüncü rek’atinde Fatiha ve sure
okunduktan sonra eller yukarı kaldırılıp tekbir alınır ve eller tekrar
bağlanınca Kunut duaları okunur.
Ayetel Kürsi
Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum. La te’huzühu sinetün ve la
nevm. Lehu ma fis-semavati ve ma fil ard. Menzellezi yeşfeu indehu illa
biiznihi ya’lemü ma beyne eydihim vema halfehüm vela yühitune bişey’in
min ilmihi illa bima şae vesia kürsiyyühüssemavati vel ard. Vela yeudühü
hıfzuhuma ve hüvel aliyyül azim.
Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyumdur. Kendisine ne
uyku gelirne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni
olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve
yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizlikalmaz.) O’nun
bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak
bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup
gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
Okunduğu yerler: Namaz içinde sure şeklinde okunduğu gibi, namazdan osnra tesbihden önce de okunur
Cem-i takdim – Cem-i tehir Nedir? Neden Yapılır? Nezaman Yapılır? Namazları Birleştirmenin Hükmü Nedir?
Karoglan Hoca Başağaçlı Raşit Tunca nın Konuya izahı:
Cem-i Takdim veya Cem i Evvel Ne Demekdir:
Bir namazı,vakti girmeden önce, önceki namazla birlikte kılmaya Cem-i
Takdim yani, öne alma, peşinen ödeme, veya evvele öne alma denilir.
Cem-i Tehir veya Cem i Ahir Ne Demekdir:
Bir namazı, vakti çıkıncaya kadar geciktirip, sonraki namazla birlikte
kılmaya Cem-i Tehir veya Cem i Ahir sonraya alma, Sonradan ödeme, ileri
alma denilir.
Bir evin ana giriş kapisi olmasi demek mutfağa veya banyoya veya oturma
odasinada o kapidan girilcegini göstermez, içeri girdikden sonra başka
kapilarida olabilir o yüzden Muhammed Mustafanin bunu veda haccinda
arafatda yapmasi demek bu sünnettir illa araftda yapilir başka zaman
yapilmaz manasini taşimaz. bazi sünnetler maksadına binaen yapilir,
bazilari manasına binaen, bazilari maneviyatına binaen yapilir. ve bu
sünnette maksad önemlidir, ve maksad insanin vakti ne zaman en müsait
ise, yani vakit girmeden müsait ise önceye alması, yoksa sonra müsait
olcaksa, sonraya almasina cevaz vermek içindir. ve burada araftda
Muhammedin ikişer ikişer, iki namazi birleştirmeside, sadece bir örnek
teşkil etmek içindir, bu olurda olur, üç vakit namazda olabilir ve en
müsait olduğun zaman üç vakti sana uygun olan yöntemle kılmandır efdal
olan, bu öncede olabilir veya sonrda olabilir yani.
Kar©glan
Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems, 21 Temmuz 2015 Salı
Original Kar © glan
—oOo—
Bir başka kaynakdan izah:
“Muhakkak ki namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli (bir farz) olarak yazılıdır.” (Nisa,103)
Namazı cem’ etmek; “cem-i takdim” ve “cem-i te’hir” olmak üzere iki kısımdır
Namaz kılan kişinin öğle vaktinde, ikindi namazını öğle namazı ile
birlikte kılmasına “cem-i takdîm” denir. Bu durumda vakti girmeden önce
ikindi namazı, öğle namazıyla birlikte kılınmış olmaktadır.
Namaz kılan kişinin öğle namazını, vakti çıkıncaya kadar geciktirip
ikindi vaktinde ikindi namazıyla birlikte kılmasına ise “cem-i te’hîr”
denir. Yatsı namazıyla akşam namazı da, tıpkı öğle ve ikindi namazları
gibi her iki şekilde de kılınabilirler. Sabah namazına gelince, bunun
hiç bir halde başka bir vakit namazıyla bir arada kılınması sahîh olmaz.
Belirteceğimiz sebeplerden birinin mevcûd olmaması halinde mükellef bir
kişinin, farz namazlardan birini vaktinden sonraya bırakması veya
vaktinden önceye alması caiz olmaz. Zîrâ noksanlıklardan münezzeh Yüce
Allah, her namazı tâyin edilen kendi vaktinde kılmamızı emretmek üzere
şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli (bir farz) olarak yazılıdır.” (Nisa,103)
İslâm Dîni kolaylık ve müsamaha dîni olduğundan dolayı, meşakkatlerin
bulunması hâlinde, sıkıntıları gidermek amacıyla namazların, vakitleri
dışında kılınmasını mübah saymıştır.
Vakit namazlarının ikisini bir arada kılmak, (bazı hallerde) caizdir.
Bir arada kılmanın sebep ve şartlarına gelince; bunlar, mezheblere göre
detaylı olarak aşağıda ayrı ayrı anlatılmıştır.
Hanefîlere göre;
Ne sefer ne de ikâmet hâlinde herhangi bir özürden dolayı iki vakit
namazını bir arada kılmak, iki durum dışında caiz olmaz demişlerdir.
Bunlardan birincisi: Öğle ve ikindi namazını, öğle vaktinde cem-i
takdim olarak bir arada kılmaktır. Bu da dört şartla caiz olur:
1. Bu cem arefe gününde yapılmalıdır.
2. Hac için ihramda bulunulmalıdır.
3. Bu namazlar, müslümanların imamının veya vekilinin ardında kılınmalıdır.
4. Öğle namazı sahîh kalmalıdır. Eğer fâsid olduğu anlaşılırsa, iade
edilmesi vâcib olur. Bu durumda ikindiyi öğleyle bir arada cem’ etmek
caiz olmaz. Aksine ikindi vakti girdiğinde, ikindi namazını kılmak vâcib
olur.
Cem yapmanın caiz olduğu durumlardan ikincisi: Akşam namazını
erteleyerek yatsıyla birlikte cem-i’ te’hîr şeklinde kılmaktır. Bunun
caiz olması için de iki şart vardır:
1. Bu cemediş, Müzdelife’de olmalıdır.
2. Hac için ihramda bulunulmalıdır.
Cem’edilen iki namazın her ne kadar kendilerine özgü kametleri olacaksa
da, ikisi için sadece bir tek ezan okunur. Abdullah İbn Mes’ûd (ra),
namazların cemine ilişkin şöyle bir rivayette bulunmuştur:
“Kendisinden başka ilâh bulunmayan (Allah)’a andolsun ki, Resûlullah
(asm), iki namaz dışında bütün namazlarını mutlaka vakti içinde kıldı.
Bunlardan biri Arafat’ta öğleyle ikindiyi birleştirerek kıldığı namaz,
diğeri de Müzdelife’de, akşamla yatsıyı birleştirerek kıldığı namazdır.”
(Tirmizi, Ebu Davud)
Şafiilere göre;
Anılan iki namazı, gerekli sefer şartlarını taşıyan ve sefer mesafesi
de en azından 80.640 km. uzunluğunda olan misafir kimselerin cem-i
takdîm veya cem-i te’hîr yaparak kılmaları caiz olur. Yağmur nedeniyle
de sadece cem-i takdim yaparak kılınabilir. Cem-i takdimin yapılması
için altı şart gereklidir:
1. Tertib: Önce hangi vakitte bulunuluyorsa o vaktin namazını kılarak
tertibe riâyet edilmelidir. Sözgelimi öğle vaktindeki bir kişi, bu
vaktin namazıyla birlikte ikindiyi de kılmak isterse, önce öğle namazını
kılmalıdır. Bunun tersini yaparsa, vaktin namazı olan öğle namazı sahîh
olur. Önce kıldığı ikindi namazıysa, ne farz ve ne de nafile yerine
geçer. Eğer üzerinde bu neviden (kazaya kalmış) farz bir namaz varsa,
ancak onun yerine geçerli olur. Ama bu tertibsizliği, bilgisizlik veya
unutkanlık nedeniyle yapmış ise, bu takdirde önce kıldığı ikindi namazı
nafile yerine geçerli olur.
2. Niyet: Cem yapmaya niyet etmek. Öğle ve İkindi namazlarını cem-i
takdim yaparak kılacak olan kişinin kalben, öğleden sonra ikindiyi
kılacağına ilişkin niyet etmesi gereklidir. Bu niyetin selâmla birlikte
de olsa ilk namazda yapılması şarttır. Niyetin tekbirinden önce veya
selâmdan sonra yapılması yeterli olmaz.
3. İki namaz arasında muvâlât: İki namaz arasına, çok hafif de olsa,
iki rek’at kılacak kadar bir fasıla konulmamalı ve yine iki namaz
arasında nafile de kılınmamalıdır. Aralarına ezan, ikâmet ve taharet
gibi fasılaların konulması caizdir. Meselâ öğle namazını teyemmümle
kılan bir kişi, ikindiyi de cemederek kılmak isterse, ikindi için bir
teyemmüm yaparak araya fasıla koymasının cem için bir zararı olmaz. Zîrâ
iki namazı bir teyemmümle cemedip kılmak caiz olmaz.
4. Seferin, ikinci namaza iftitah tekbiri alıp başlayıncaya kadar devam
etmesi şarttır. İkinci namaza başladıktan sonra sefer nihayete ererse
cem işlemi tamamlanır. Ama ikinci namaza başlamadan önce sefer sona
ererse, sebebi ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle cemetmek sahîh olmaz.
5. İkinci namazın gerçekleşmesine kadar, birinci namazın vaktinin çıkmayacağını kesin olarak bilmek şarttır.
6. Birinci namazın sahîh olduğunu zannetmek şarttır. Meselâ birinci
namaz Cuma namazı ise ve hiç gerek yokken birden fazla yerlerde
kılınmaktaysa; hangisinin daha önce kıldığı veya beraberce kıldıkları
hususunda şüpheye düşürülürse, ikindi namazını öne alarak cem-i takdim
yapıp onunla birlikte kılmak sahîh olmaz.
Şu da var ki: Cem yaparak namazları bir arada kılmamak daha uygundur.
Çünkü bunun caiz olup olmaması hususunda ihtilâf vardır. Ama hac
ibâdetini edâ etmekte olan kişi misafir ise, Arafat’tayken sünnet olarak
ikindiyi öne alıp cem-i takdim yaparak öğle namazıyla birlikte
kılmalıdır. Müzdelife’de de akşamı erteleyerek yatsı namazıyla cem-i
tehîr edip kılmalıdır. Bu iki durumda cem yapmanın caiz olduğu hususunda
mezhepler görüş birliği etmişlerdir. Şunu da bilmek gerekir ki: İkindi
namazının cem edilerek kılınması bazen vâcib, bazen de mendub olur. Bir
namazın vakti daralır da abdest alıp namaz kılmaya yeterli olmazsa, bu
vaktin namazı, müteâkib namazla birlikte cem edilerek kılınmak üzere
tehir edilir. Ki bu da vâcibtir.
Az önce durumu belirtilen hacıların iki namazı cemederek kılmaları
mendub olur. Namazın kılınışı cem sayesinde kemâl derecesine ulaşacaksa,
cem ederek kılmak da mendub olur. Meselâ cemederken iki namazı cemaatle
beraber kılacak olan kişinin; cemetmediği takdirde namazı tek başına
kılması gerekiyorsa bu durumda, cemaatle kılacağı için cemederek kılması
mendub olur. Seferdeyken namazları cem-i tehîr şeklinde kılmanın sahîh
olması için iki şart gereklidir:
a. Cem-i tehîr için birinci namazın vaktinde niyet etmek şarttır.
Birinci vakitte niyet edilirken, geriye tam veya kısaltılmış olarak
namaz kılabilecek kadar bir vakit kalmış olmalıdır. Eğer birinci vakitte
cem-i tehire niyet etmemişse veya etmiş olup da geriye tam veya
kısaltılmış olarak namaz kılacak kadar zaman kalmamışsa günahkâr olur.
Eğer bu namazın yalnızca bir rek’atini bile vakit içinde kılamazsa
kazaya kalmış olur. Vakit içinde bir rek’atini kılabilirse, haram
işlemiş olmakla birlikte namazını edâ etmiş sayılır.
b. Sefer hâlinin, cem-i tehîr olarak kılınan namazların sonuna dek
devam etmesi şarttır. Eğer seferîlik, namazların sonuna dek devam
etmeyip sona ererse, tehîrine niyet ettiği namaz kazaya kalmış olur.
Cem-i tehîr olarak kılınan namazlar arasında tertib ve muvâlâta riâyet
etmek, şart olmayıp sünnettir.
Mukîm olan kimsenin, yağmur sebebiyle ikindiyi öne alarak Cuma
namazıyla birlikte cem-i takdim şeklinde vaktin evvelinde kılması
caizdir. Bu yağmur, elbiselerin üstünü veya ayakkabıların altını
ıslatacak kadar olsa da cem-i takdîm yapması caizdir. Eriyen kar ve dolu
da bu hüküm açısından yağmur gibidir. Mukîm olan kişinin böyle yapması,
tabiî ki bazı şartlara bağlıdır:
1. Yağmur ve benzeri (kar ve dolu) şeyler, her iki namazın iftitah
tekbirleri esnasında ve birinci namazın selâmı esnasında mevcûd
olmalıdır ki, birinci namaz ikinciye bitiştirilebilsin. Yağmurun birinci
namazda veya ikinci namazda veyahut da bu ikisinden sonra kesilmesinin
cem için bir zararı olmaz.
2. İki namaz arasındaki tertibe riâyet edilmelidir.
3. İki namaz arasında muvâlâta riâyet edilmeli, yani aralarına bir fasıla konulmamalıdır.
4. Seferîlikte yapılan cem gibi, bu cemedişte de cem için niyet edilmelidir.
5. İkinci namazın en azından iftitah tekbirinin cemaatle birlikte
alınması gerekir. Cemaatin, namazın sonuna kadar devam etmesi şart
değildir. Birinci rek’atin tamamlanmasından önce cemaatten ayrılıp
münferid olarak kılınsa bile bunun bir sakıncası olmaz. Kuvvetli olan
görüş bu doğrultudadır.
6. Bu iki namazı kıldıran imam, hem imamlığa hem de cemaate niyet etmelidir.
7. Cemediş, örfe göre uzaktaki bir namazgahta olmalıdır. Öyle ki,
cemaat buraya gelirken yolda zorluk çekmiş olmalıdır. Görevli imam, bu
hükme tâbi değildir. Yağmurdan ötürü eziyet görmese bile cemaate, iki
namazı cemederek kıldırabilir. Bu sayılan şartlardan biri
gerçekleşmediği takdirde mukîm kişi, namazların ikisini cemederek bir
arada kılamaz. Şiddetli karanlık, rüzgâr, korku, çamur ve hastalık
meşhur kavle göre mukîmin cemetmesini mübah kılan sebeplerden değildir.
Ancak hastalık hâlinde iki namazın cem-i takdim veya cem-i tehîr
şeklinde kılınmasının caiz oluşu tercih edilmiştir.
Malikilere göre;
Namazları cemetmenin sebepleri şunlardır:
1. Seferîlik.
2. Hastalık.
3. Yağmur.
4. Karanlıkla birlikte (yolların) çamurlu olması.
5. Hac ibâdetini edâ etmekte olan kişinin Arafat’ta veya Müzdelife’de bulunması.
Şimdi de bu sebeplerin izahına geçelim:
1. Seferîlik: Bundan maksat, namazın kısaltılmasını gerekli kılan veya
kılmayan mutlak mânâdaki seferdir. Yalnız, bu seferin haram, ya da
mekruh amaçlı olmaması şarttır. Mubah amaçlı bir seferde bulunan kişinin
ikindi namazını öne alarak öğleyle birlikte cem-i takdim şeklinde
kılması iki şartla caiz olur:
a. Mola verilecek yere inmesi esnasında, güneş zevale ermiş olmalıdır.
b. İkindi vaktinin girmesinden önce hareket etmeye, ikinci molayı ise
güneşin batmasından sonra yapmaya niyet etmelidir. Eğer ikinci molayı
güneşin sararmasından önce yapmaya niyet ederse, hareketten önce öğle
namazını kılmalı, ikindi namazını ise ikinci molaya bırakmalıdır ki, bu
vâcibtir. -Çünkü ikinci mola, ihtiyarî vakit içinde yapılmış olacaktır.
Durum böyle olunca ikindi namazını öne alarak öğleyle birlikte kılmaya
sebep kalmamaktadır. Cemedilerek öğleyle birlikte kılınırsa, günahkâr
olmakla birlikte yine de sahîh olur. İkinci molada da ihtiyarî vakit
içinde ikindiyi iade etmek mendub olur. Güneşin sararmasından sonra ve
gurubundan önce ikinci molaya niyet ederse, öğle namazını hareketten
önce kılar. İkindiyi ise dilerse öne alarak öğleyle birlikte kılar
dilerse ikinci molada kılmak üzere erteler. Çünkü ikinci mola, her
halükârda zarurî vakitte vukûbulmuş olacaktır. Cemedip etmemek arasında
serbest bırakılması şundan ileri gelmektedir: Bu durumdaki bir kimse
ikindiyi öne alıp öğleyle birlikte kılarsa, sefer nedeniyle ilk zarûrî
vakitte kılmış olur. İkinci molaya ertelerse meşrû-zarûrî vakitte kılmış
olur.
Seferde bulunan kişi seyir halindeyken öğle namazının vakti girerse -ki
bu da güneşin zevâliyle olur-, eğer güneşin sararması esnasında veya
daha önce mola vermeye niyet etmişse, öğle namazını mola esnasında
ikindiyle birlikte cem-i tehîr etmek üzere erteleyebilir. Eğer mola
vermeye güneşin batmasından sonra niyet ederse, öğleyi ikindiyle
birlikte kılmak üzere tehir etmesi caiz olmaz. Molası güneşin
batmasından sonra olacağına göre, ikindi namazını da molaya kadar
ertelemesi caiz olmaz. Çünkü böyle yaparsa her iki namazı da vakitleri
dışına çıkarmış olacaktır. Bu kişi ancak sûreten iki namazı cemedip
kılacaktır. Öğle namazı ihtiyarî vaktinin sonunda, ikindi namazı da
ihtiyarî vaktinin başında kılınmış olacaktır. Akşam namazıyla yatsı
namazı da bu detaylar açısından tıpkı öğle ve ikindi namazlarıyla aynı
hükümlere tabidirler. Şu farkla ki: Akşam namazının ilk vakti olan
güneşin batma anı, öğle namazına nisbetle güneşin zevale ermesi gibidir.
Gecenin ilk üçte biri de, ikindi namazından sonra güneşin sararması
mesâbesindedir. Buna göre, akşam namazının vakti yolcunun mola verdiği
sırada girmişse ve yatsının girmesinden önce hareket etmeye, fecrin
doğmasından sonra da ikinci molaya niyet etmişse, bu takdirde hareketten
önce yatsıyı öne alarak akşam namazıyla birlikte cem-i takdim şeklinde
kılar. Eğer ikinci molayı gecenin ilk üçte birinin sona ermesinden önce
vermeye niyet ederse, yatsıyı o zamana ertelemelidir. Eğer ikinci molayı
gecenin ilk üçte birinden sonra vermeye niyet ederse, hareketten önce
akşam namazını kılar. Yatsıyı ise dilerse akşam namazıyla birlikte cem-i
takdim şeklinde kılar, dilerse ikinci molada kılmak üzere erteler.
Kıyas, bu doğrultudadır. Misafirlikte namazları cemederek kılmak caiz
olmakla birlikte evlâ olan hükme ters düşmektedir ve yapılmaması daha
iyidir. Ayrıca namazları cem’ederek kılmak, sadece kara yoluyla yapılan
seferlerde caiz olur. Deniz yolculuğundaysa caiz değildir. Zîrâ
namazları cemetme ruhsatı, sadece karada yapılan yolculuklar için
geçerlidir.
2. Hastalık: Eğer hasta kimsenin her namaz için ayrı ayrı abdest alıp
ayakta durması zor oluyorsa, meselâ karın ağrısına tutulmuş bir kimsenin
öğle ve ikindiyi, akşam ve yatsıyı sûreten cemederek kılması caiz olur.
Sûreten, cemden kasıt: Öğle namazını ihtiyarî vaktinin sonunda,
ikindiyi ise ihtiyarî vaktinin başında; akşam namazını ufuktaki şafağın
az öncesinde, yatsıyı da bu şafağın kayboluşunun başlangıcında
kılmaktır. Bu namazların bu şekilde cemedilişleri, gerçek anlamda bir
cemediş değildir. Zîrâ bu namazların her biri, kendi vaktinde kılınmış
olmaktadır ve bu da kerâhetsiz olarak caizdir. Böyle yapan kişi, vaktin
başlangıcında namaz kılma faziletini elde eder. Ama mazereti
olmayanların durumu bunun tersinedir. Mazereti olmayan bir kişi için
sûreten cemediş her ne kadar caizse de, vaktin başlangıcında namaz kılma
faziletini kaçırmış olur. Sıhhatli kişi, eğer bulunduğu vakitten sonra
gelecek olan vaktin girmesi esnasında; meselâ öğledeyken ikindi vaktinin
girmesi esnasında istenilen şekilde namaz kılmasını engelleyen bir
baskının veya namaz kılmasına mâni bir baygınlığın vukû bulacağından
korkarsa, ikinci vaktin namazını öne alıp bulunduğu vaktin namazıyla
cemederek kılabilir. Bunu yaptıktan sonra korktuğu şeyle karşılaşmazsa,
zarurî vakitte olsa bile, öne alarak kıldığı namazı iade etmesi müstehab
olur.
3/4. Yağmur ve karanlıkla birlikte çamur: Sağanak hâlinde yağmur yağar
da, normal insanları başlarını örtmeye zorlarsa ve karanlıkla birlikte
yollarda fazla miktarda çamur bulunup da normal bir insanı,
ayakkabılarını çıkarmaya zorlarsa, yatsı namazını sıkıntı çekmeksizin
cemaatle kılabilmek için, akşam namazıyla birlikte cem-i takdim ederek
kılmak caiz olur. Bu durumda akşam namazının vaktinde mescide gidip
akşamla yatsıyı birlikte kılmak caizdir. Bu cem’ediş, evlâ olan hükmün
tersi anlamında caizdir. Sadece mescidlere özgü olup evlerde yapılması
caiz olmayan bu cem-i takdimin uygulanışı şu keyfiyetle olur:
Önce âdet olduğu gibi akşam namazı için yüksek sesle ezan okunur.
Ezandan sonra üç rek’at namaz kılacak kadar bir süre beklemek mendub
olur. Bundan sonra akşam namazı kılınır. Daha sonra da mendub olarak,
minare üzerinde değil de, mescid içinde yatsı ezanı okunur. Minare
üzerinde okunmayışının sebepi, halkın, yatsı vaktinin girdiğini
zannetmemesi içindir. Bu ezan hafif sesle okunduktan sonra yatsı namazı
kılınır. İki namaz arasında nafile kılarak fasıla yapmamalıdır.
Cemedilen diğer namazlar arasında da nafile kılmak mekruhtur. Arada
nafile kılarak da iki namazı cemetmek mümkündür. Yağmur nedeniyle yatsı
namazının akşam namazıyla birlikte kılınması hâlinde yatsı namazından
sonra da nafile kılınmaz. Vitir namazı ise, ufuktaki şafağın kaybolması
zamanına dek ertelenir. Çünkü vitir, ancak bu vakitten sonra sahîh olur.
Mescidde tek başına namaz kılan kişinin, iki namazı birleştirerek
kılması caiz olmaz. Ancak bu tek kişi, mescidin görevli imamı olur ve
kendine mahsus çekileceği bir odası bulunursa, yalnız başına iki namazı
cemetmesi caiz olur. Bunu yapmak için de hem imamlığa hem cem’e niyet
eder. Çünkü o, aynı zamanda cemaat mertebesine inmiş sayılmaktadır.
Mescidde itikâfa girmiş olan kişinin de, iki namazı cemedip kılan
kimseleri bulması hâlinde onlarla birlikte cemedip kılması caiz olur.
Birleştirilerek kılınan namazların ilkine başladıktan sonra yağmur
kesilecek olursa cemetmek câîz olur. Ama ilkine başlamadan önce yağmur
kesilecek olursa cemetmek caiz olmaz.
5. Arafat’ta bulunmak; Hacıların Arafat’ta ikindiyi öne alarak öğleyle
birlikte cem-i takdîm şeklinde kılmaları sünnettir. Hacının Arafat
halkından veya Minâ, ya da Müzdelife gibi hac ibâdetinin edâ edildiği
diğer mıntıkalardan birinin halkından olması veyahut da o bölge
dışındaki uzak yerlerden birinin halkından olması, cemediş açısından
aynı hükme tâbidir. Arafat’a tâbi yerlerden birinde ikâmet eden bir
hacının, ikâmet yeriyle Arafat arasındaki mesafe, namazı kısaltmayı
gerekli kılan bir mesafe olmasa bile, namazı kısaltarak kılması sünnet
olur.
6. Müzdelife’de bulunmak: Hac ibadetini edâ eden kişinin, Arafat’tan
ayrıldıktan sonra Müzdelife’ye ulaşıncaya kadar akşam namazını
ertelemesi sünnet olur. Müzdelife’de akşam namazını tehir ederek
yatsıyla birlikte cem-i te’hîr şeklinde kılar. Arafat’ta imamla birlikte
namaza durmuş olan kişiler, bu namazları ancak cemederek kılabilirler.
Aksi takdirde her bir namazı kendi vakti içinde edâ etmek gerekir.
Müzdelife halkı dışındaki diğer kimselerin o gecenin yatsı namazım
kısaltarak kılmaları sünnet olur. Çünkü kurala göre her hacının
cemederek kılmaları sünnettir. Yatsıyı ise içinde bulunulan mıntıkanın
ahâlisi dışındaki kimseler kısaltarak kılabilirler.
Hanbelilere göre;
Öğleyle ikindiyi veya akşamla yatsıyı öne alarak veya sona bırakarak
anılan şekilde cemedip birleştirmek mübahtır. Yapılmaması ise daha
faziletlidir. Arafat’ta öğleyle ikindiyi cem-i takdîm şeklinde,
Müzdelife’de de yatsıyla birlikte akşamı cem-i te’hîr şeklinde bir arada
kılmak sünnet olur. Cemedişin mübah olması için, namaz kılmakta olan
kişinin sefer mesafesinin, namazı kısaltmayı gerekli kılan bir sefer
mesafesi olması gerekir. Veya hasta halde olup cemederek kılamadığı
takdirde, meşakkat ve zorlukla karşılaşma ihtimâli, ya da emzikli veya
istihâzeli bir kadın olmalıdır. Bunların da her namaz anında
temizlenmeleri ve abdest almaları zor olduğundan, zorlukları bertaraf
etmek için cem yaparak iki namazı bir arada kılmaları caiz olur. Meselâ
kendisinde sürekli sidik akıntısı bulunan özürlü kimseler de istihâzeli
kadın gibi iki namazı bir arada cemederek kılabilirler. Her namaz için
suyla abdest alamayan veya teyemmüm edemeyen kimseler de, namazların
ikisini bir arada kılabilirler. Âmâ kimselerle yer altında çalışmakta
olan işçiler gibi, namaz vaktinin (girip çıktığını) bilmekten âciz
kalanlar da cem yapabilirler. İki namazı bir arada kılmadığı takdirde
canına, malına, ırzına veya geçim vâsıtasına zarar geleceğinden korkan
kimseler de cem yapabilirler. Ki bu da, işlerinin başından ayrılmaları
imkânsız olan işçiler için bir toleranstır.
Bütün bunlar, öğleyle ikindi veya akşamla yatsı namazlarını cem-i
takdîm veya te’hîr şeklinde kılmayı mübah kılan durumlardır. Bunların
yanısıra akşamla yatsı namazları kar, dolu, soğuk, çamur, şiddetli ve
soğuk rüzgâr, elbiseleri ıslatan ve meşakkate yol açan yağmur gibi
sebeplerden ötürü birleştirilerek kılınabilirler. Bu durumdaki kişinin
mescide giden yolunun üstünde tavan da olsa, cemi evinde de yapsa,
mescidde de yapsa hüküm değişmez. Erdemli olan, cem-i takdîm ve
te’hîrden hangisi daha kolaysa onu yapmaktır. Eğer ikisi de aynı olursa
daha iyisi olan, cem-i te’hîr yapmaktır. Cem-i takdîm veya te’hîrin
faziletli olabilmesi için iki namaz arasındaki tertibe riâyet
edilmelidir. Unutkanlık, bu şartı düşürmez. Sadece cem-i takdimin sahîh
olması için dört şartın tahakkuku gerekir:
1. Cemetmeye, birinci namazın iftitah tekbiri esnasında niyet etmelidir.
2. İki namaz arasında fasıla bulunmamalıdır. Ancak hafif şekilde abdest
alıp kamet getirecek kadar bir fasıla konulursa bunun bir sakıncası
olmaz. Ama aralarında, vakit namazına bağlı bir nafile namaz kılınırsa
bu takdirde iki namazın cemedilişi sahîh olmaz.
3. Her iki namazın iftitah tekbiri esnasında ve birinci namazın selâmı esnasında, cemi mübah kılan özrün mevcûd olması gerekir.
4. Bu özür, ikinci namazın tamamlanışına kadar devam etmelidir. Sadece cem-i tehîr için gerekli olan iki sıhhat şartı vardır:
1. Cemetmeye birinci namazın vakti içindeyken niyet edilmelidir. Ancak
vakit dar olursa bu takdirde ikinci namazı öne alarak birinciyle
cemetmek caiz olmaz.
2. Cemi mubah kılan özür, birinci namazın vaktinde yapılan cem
niyetinden itibaren ikinci namazın vakti girinceye kadar baki
kalmalıdır.
Kaynak:
BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ
Riyâzü’s Sâlihîn
Sorularla İslamiyet
(Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı)
(İslam İlmihali – Halil Gönenç)